Türkiye ekonomisinde yapısal sorunlar ve çözüm önerileri
Türkiye ekonomisinin makro boyutta yaşadığı temel yapısal sorunlar üzerine sohbet etmek istiyorum. Türkiye ekonomisinin genel sorunlarını değerlendirirken bazı sosyolojik ve toplumsal tespitleri yapmamız gerekiyor.
-Osmanlı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin modern ekonomi sürecine girebilmek için yeterli sermayesinin olmaması,
-Gelişmiş ekonomilerin temel kurumlarının Türkiye’de geç kurulması ve gelişmesi,
-Nüfus yapısının eğitim ve öğretim sürecinin büyüme, kalkınmaya yönelik desteğinin yetersiz kalması,
-Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüz yıllık döneminin kayıplar ağırlıklı olması, genç Cumhuriyet’in de bu kayıp psikolojisi içinde tercihlerde bulunması ve ertelenmiş, gecikmiş tüketim talebindeki artış,
-Tüm bu perspektifte en önemli sorun dünya ekonomilerinin sanayileşme süreçlerinin ve bu süreçlerin toplumsal değişimlerinde yarattığı etkinin Türkiye toplumun da yaşanmamış olmasıdır. Bu genel yapı ekonomide de yansımaları olmuştur. Özellikle toplumsal talepler ve bu taleplere siyasetin verdiği karşılık uygulanan politikalarda ağırlıklı popülizmin izleri görülebilmektedir.
Bu süreçte özellikle 1938’e kadar ki politikalardaki planlı sanayileşme programları ile başarılanlar, ikinci dünya savaşı ve sonrası süreçte çok partili hayata geçiş ve Türkiye ekonomisinin görece piyasa ekonomisi ve kapitalist sistemin kurallarına yönelik bir eğilimle birlikte birçok kazanımda gözden çıkarılmıştır.
Belki de burada belirtilmesi gereken ilk faktör “denk bütçe” anlayışından vazgeçilmesidir. Ve yıl 2024 hâlâ bütçe açıkları ekonomimizdeki sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engel olmaya devam etmesidir. Bu siyasi tercihlerdeki değişim toplum tarafından da destek görmesi günü birlik politikaların siyasi başarı elde etmek isteyen aktörlerin ortak tercihi haline gelmiştir.
Örneğin, Köy Enstitüleri’nin toplumsal kalkınmada ne kadar önemli bir devrim olduğu bugün bu konuyla ilgilenenlerin ortak düşüncesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönüşümün gerçekleşmemesi ve sanayi devrimine eklemlenme konusunda plansız ve aceleci sonuçlar alma isteği, üretim bakış açısından tüketim bakış açısına Türkiye ekonomisini sürüklemiştir. Ekonomi ve siyasette karar vericilerin plan, öngörü ve vizyon konusunda istikrarlı yapılar kurma yönlü politikalardan dünya konjonktürünün de etkisiyle uzaklaşılmıştır.
Bu tercih tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi biraz hoyratça yapılmış ve sonuçta köyden kente plansız göçler, çarpık kentleşme ile kalkınmaya yönelik yatırımlarında birbirini tamamlamayan bir resmi karşımıza çıkarmıştır. Bugün geldiğimiz noktada elbette ki geçmişle mukayese edilemeyecek düzeyde bir sanayiden bahsetmek mümkündür ancak bu gelişim global dünya da yerimizi üst gelir grubu ülkeler arasına taşımamaktadır. Geldiğimiz nokta da;
-Tarımsal kalkınma ve gelişmenin yarım kalması ve bugün enflasyon sürecinin temel parametrelerinden olması sonucuyla bizi karşı karşıya bırakmıştır.
-Nüfusun göç dinamiğinin etkisiyle belli şehirlerde yoğunlaşan nüfus dengesiz bir yapı ortaya çıkarmıştır. Örneğin; ihracatın, üretimin, nüfusun vb. değerlerin ilk 10 il de toplanması gibi.
-Eğitim süreçlerinin ülkemiz için en büyük doğal kaynak olduğunun gözden uzak tutulmamalıdır. Ülkemiz görece enerji ithal ederek üretim yapan bir yapıda olması çalışabilir nüfusunun bu konu da yetişmiş, eğitimli nüfusu en önemli kaynak haline getirmektedir.
Ancak bu kaynağın etkin kılınabilmesi doğru eğitim ile sisteme kazandırılması ile mümkündür. Bu konu özellikle üretimimizin yüksek katma değerli üretim ve yüksek teknolojili ihracat yapabilmesi de bu eğitim perspektifinden geçen bir nüfusla olacaktır. Burada ara eleman sorununun bugün reel sektörümüzün nasıl olumsuz etkilediği bilinen bir gerçektir.
-Ülkemiz sanayi toplumu sürecine gecikmiş olabilir ama bilgi toplumu sürecine yetişebilir. Ancak bunun için öncelikle bir plan çerçevesinde hangi sektörlerle büyüyeceğimiz, hangi coğrafi bölgeler öncelik taşıyacağı, nasıl bir insan kaynağına ihtiyaç duyacağımız, buna bağlı olarak da eğitim sistemimizin nasıl şekillendirileceği (İlk, orta, lise, üniversite dâhil) yönetilmelidir.
-Bu perspektif yatırım kararlarının yönetilmesinde etkili olmalı ve ara mal ithalatına bağımlı üretim anlayışının azaltılması için gerekirse kamunun öncülüğünde yatırımlar planlanmalıdır. (Örneğin, temel sektörlerimizin girdisi demir – çelik ve petrokimya ürünleridir) Kısıtlı bu yazı alanımda mümkün olduğunca toparlamaya çalıştığım ekonomideki yapısal sorunların devamını sonraki yazılarımda vurgulamaya çalışacağım ancak son manşet olarak, Türkiye ekonomisinde çözümlenmesi gereken yapısal sorunlar;
a) İhracat yaparken ithalat yapmak zorunda olması,
b) Ekonomi büyürken cari açık vermesi,
c) Bu sürecin yönetilmesi için yabancı sermaye getirmek zorunda olması
d) Vergi politikasının daha dinamik hale getirilmesi (Dolaylı vergi azaltılmalı siyasete rağmen, bütçe dengesinden vazgeçilmemesi),
e) Dünya rekabet sistemine uygun bir eğitim sisteminin kurulması,
f ) Tarımın gelişmesi ve tarım çalışanlarının zenginleşebilmesi, g) Hukuk sisteminin adil, şeffaf uluslararası normlara uygunluğunun sağlanmasıdır.
Son söz: Gelişmenin bedelini bir dönem ödemeyen toplumlar, az gelişmişliğin bedelini devamlı öder.