Türkiye-Çin ekonomik ilişkileri için bir yol haritası
2016 dış ticaret istatistikleri, Türkiye’nin en büyük ithalat pazarının bu yıl da Çin olduğunu gösteriyor. İlk 10 aylık mevcut veriler kapsamında 21,6 milyar dolarlık ithalat yaptığımız Çin’i, sırasıyla 17,8 ve 12,5 milyar dolarla Almanya ve Rusya takip ediyor. Üstelik Çin’e yaptığımız ihracat bu dönemde 1,8 milyar dolar olunca, kendisini ticaret açığı verdiğimiz pazarlar arasında da açık ara 1 numarada buluyoruz. Son yıllarda Çin’e dair durum, rakamlar değişse de bu yapıda tekrarlanıyor. Dolayısıyla Çin’in, mal ticaretinde en dengesiz pazarımız olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan yatırımlar cephesinde de zayıf bir görünüm çizildiğini ifade etmek mümkün. En basit bir göstergeyle, Çin’in artan yurtdışı yatırımlarından Türkiye’nin aldığı pay tatmin edici değil.
Bu genel çerçeve, bir yandan Çin gibi dev bir ekonomi ile süregelen ekonomik ilişkilerimizin pek parlak olmadığını özetlerken, diğer yandan da aradaki bağların güçlendirilmesi için akılcı adımlar atılması gerektiği mesajını veriyor. İşte (Ekonomi Bakanlığımızın da hedef ülkeleri arasında yer alan) Çin’e dair bu gereksinimin farkındalığında olan DEİK’in konuyu mercek altına aldığı raporu geçtiğimiz hafta bir toplantı eşliğinde yayınlanınca, ben de üzerine hemen yazmak istedim.
“Asya Yüzyılında Ejder ve Hilal” başlığını taşıyan ve Sabancı Üniversitesi İPM uzmanı Dr. Altay Atlı tarafından kaleme alınan rapor, yukarıda bahsettiğim saikler kapsamında, Türkiye-Çin ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesi için 9 maddeden oluşan bir yol haritası sunuyor. Ben burada birkaç öne çıkan maddeye değinecek olursam, en belirgin olandan başlayabilirim: İhracat. Bu bağlamda öncelikle, Çin’e yaptığımız ihracatı canlandırmanın, bu pazardaki yoğun ürün konsantrasyonumuzu dağıtmaktan geçtiğini ifade etmek gerekiyor. Ticaret potansiyelini bir metodoloji çerçevesinde değerlendiren rapor bu amaca hizmet edecek ürün gruplarını kategoriler halinde sunarken, bunlar arasında özellikle rekabetçi güce sahip olanlara odaklanmaya ihtiyacımız var. Çin’deki ekonomik dönüşümü iyi tahlil etmek de, ideal stratejinin bir parçası…
Öte yandan şahsen uzun zamandır, 1 Kuşak 1 Yol Projesi’nde stratejik bir aktör olarak yer almak için daha seri hareket etmemiz gerektiği kanaatindeyim. Nitekim DEİK Raporu’nda da, söz konusu dev proje bağlamında ülkemizin kıymetli konumuna değinilerek Çin’den başta lojistik odaklı olmak üzere çeşitli yatırımlar çekilebileceği vurgulanıyor. Doğrudan yabancı yatırım çekmek önümüzdeki dönemde özellikle büyümemize ve ödemeler dengemize olumlu katkı verme potansiyeli taşıyan kritik bir hususken, Çin’in son yıllarda belli başlı ülkelerde gerçekleştirdiği teknolojik yatırımlarla uluslararası işbirliklerini artırdığının da altını özellikle çizmekte fayda var. Zira raporun da işaret ettiği üzere, kalkınmamızda etkin rol oynayacak teknolojik gelişime katalizör olması amacıyla, karşılıklı fayda prensibi çerçevesinde Çin’den bu tür yatırımlar çekilmesinin de yolları aranmalı. Üzerinde çalışılan yatırım teşvikleri buna bir örnek… ICBC, bu alanda öne çıkan aktörlerden…
Bununla beraber, Çin ile hizmet ticaretinin artırılması da net ihracatımıza destek verecek bir diğer hedef olarak düşünülmeliyken, burada öne çıkan ciddi potansiyelin aslen turizm sektöründe yattığı ifade edilebilir. 2016 Ocak-Ekim döneminde ülkemize gelen Çinli ziyaretçi sayısı sadece 138 bin… Söz konusu sektörümüzdeki güvenlik ve algı bağlantılı son dönem sorunlarını bir yana koyacak olursak, öteden beri dev Çin turist portföyünden Türkiye’nin oldukça küçük bir pay alıyor olması, bu husustaki çalışmaları derinleştirmeyi gerektiriyor. Bir veriyle bunun önemini özetleyeyim: Önümüzdeki 5 yıl içinde Çin’den dünyaya akacak turist sayısının yılda 155 milyona ulaşması bekleniyor.
Son olarak, işin esaslı detaylarından olan iletişim ve koordinasyon kanalına dair maddelerin altını çizmekte de ciddi fayda var. Nitekim mekanizmalar etkinleştirilmediği takdirde, potansiyeli kendine getirmekten söz etmek zor olacak. Bu kapsamda ise, Türkiye’nin hem ülke markasının hem de mallarının bilinirliğinin ve imajının Çin toplumu nezdinde güçlendirilmesi gerektiğini kabul etmek ve bu konuda kolları sıvamak şart. Üstelik raporda da belirtildiği gibi, iş yapmanın önüne sıklıkla çıkıveren kültürel farklılıkların üstesinden gelmek için, firmalarda ve ilgili kamu birimlerimizde Çin’i ve mümkünse dilini de bilen insanları istihdam etmeye ve cüzi olduğunu kabul etmemiz gereken bu kaynağı güçlendirmeye ihtiyacımız var. Çin’de eğitim gören gençlerimiz, bu anlamda gerekli kalifiye işgücüne bir temel oluşturabilirler.
Tabii potansiyeli gerçekleştirme yolunda ilerleyebilmek için, aradaki teknik pürüzlerin giderilmesi gerektiğini de vurgulamak gerek. Nitekim özellikle vize konusu gibi son dönemde yaşanan zorlukların aşılması hususunda iş dünyasının çözümler beklediğini biliyoruz. Bu noktada ise, raporda son dönemlerde artan bir diyaloga dikkat çekilirken, DEİK Türkiye-Çin İş Konseyi Başkanı Murat Kolbaşı’nın da, karşılıklı görüşmelerde samimi niyet ve çabalara şahit olduğunu belirttiğini not düşmek isterim.
Umuyoruz ki, iki ülkenin ilgili Bakanlıkları tarafından yürütülen çözüm odaklı çalışmalar, çok geçmeden meyvelerini verir. Ve tabii en temelinde umuyoruz ki, ekonomik bağlar stratejik bir yol haritası bünyesinde sürekli bir kararlılıkla ilerletilir. Nitekim DEİK Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın da toplantıda belirttiği gibi; Asya ve özelinde Çin, dış ekonomik ilişkilerimizin gelişmesi için artık bir tercih unsurundan öte... Büyüyen bu dev pazarda ilgili fırsatlardan mahrum kalmamak, dış ekonomik portföyümüzü genişletmeyi sürdürme gayemizle birebir örtüşüyor.