Türkiye çan, Avrupa soğan başı...
Türkiye'nin nüfusu 2011 sonunda 75 milyona dayandı...
Türkiye İstatistik Kurumu'nun geçen hafta açıkladığına
göre, tam rakam 74 milyon 724 bin 269...
Bir önceki yıla göre 1 milyon bin 281 kişi artmışız...
***
Sosyolojinin babası olarak
tanımlanan Auguste Comte
"Demografi bir ülkenin kaderidir"
demişti... Gerçekten de, nüfus
yapısı her ülkenin geleceğine
damgasını vuruyor...
Özellikle de ekonomik olarak...
Büyüme sürecinize ışık tutuyor...
Bir ailenin ortalama büyüklüğü sizin
neyi ne kadar talep edeceğinizi
belirliyor... Evlenmelerin, hatta
boşanmaların sayısı konut başta
olmak üzere pek çok alanı
şekillendiriyor...
Girişimci iseniz gelecek ile ilgili
plan yapmanızı kolaylaştırıyor...
Nüfus ve iş hayatı arasında kopmaz
bir ilişki var...
***
Dr. Ahmet Akarlı...
Ünlü yatırım bankası Goldman
Sachs International'in araştırma
ekibinin direktörü...
"Türkiye'nin bir kalkınma atılımı için
doğru zamanda, doğru demografik
bir profile sahip" oduğunu
söylüyor...
Ülkemize gelip giden bütün
yabancı yatırımcılardan "genç
nüfusumuz" nedeniyle övgü
alıyoruz...
Veriler de bu görüşü destekler
nitelikte...
***
Türkiye'nin demografisi, önüne bir
fırsat penceresi açıyor...
Ama olaya sadece ‘çok ve genç
nüfus' tarafından bakmak yalnış
değilse de eksik...
Bir fırsat penceresi var ama bu hızlı
nüfus artışından değil...
Aksine artış hızının düşmesinden...
Aslına bakarsanız, nüfusumuzla
ilgili hepimizi yakından ilgilendiren
üç şey bir arada oluyor...
***
Bir, doğurganlık azalıyor...
Kadın başına çocuk sayısı bundan
60 yıl önce 7'ye yakındı...
1945-50 dönemi 6.99...
70'lerde bu sayı 5'e, 80'lerde 4
buçuğa indi...
90'larda 3 filan derken...
Bugün 2 civarında...
İki, çalışabilir nüfus artıyor...
Son açıklanan veriye göre, 2011 yılı
sonunda 15-64 yaş grubunda
bulunan çalışma çağındaki nüfus
50 milyon 346 bin 979 kişiye
ulaştı...
Toplam nüfusun yüzde 67.4'ü...
Üç, eğitim düzeyi yükseliyor...
Birleşmiş Milletler verilerine göre
henüz ortalama eğitim süremiz
6.5... Ancak bunun 4 yılı son 30
yılda geldi...
***
"Pencere, kapı tamam da...
İşimizi nasıl ekileyecek? Onu söyle"
diyorsanız, gelin işe
doğurganlıktaki düşüş ile
başlayalım...
Önce bir tespit:
Kadın başına çocuk sayısının
düşme eğilimi gelişmekte olan
ülkelerde işgücü arzını ve iç talebi
yükseltiyor...
Büyüme hızını da artıracak bir etki
yapıyor...
Güney Kore, bu demografik
eğilimden yararlanarak yüksek
büyüme hızına ulaşmıştı...
Keza, Çin hala bundan
faydalanıyor...
***
TÜİK verilerine göre, doğurganlık
hızı 2.03 çocuğa geriledi...
2011 sonu itibariyle, nüfusumuzun
yüzde 25.3'ü 0-14 yaş grubunda...
Bir başka ifadeyle, Türkiye'de 18
milyon 886 bin 575 çocuk var...
Çocuk sayımız pek artmıyor...
1980'de nüfusumuz 44.7 milyon
kişiydi... 20 milyon yetişkin 18
milyon çocuğa bakıyordu...
Bugün nüfusumuz 74.7...
50 milyon yetişkin yine 18 milyon,
bilemediniz 19 milyon civarında
çocuğa bakıyor...
Bunun net biçimde anlamı şu:
Çocuk başına harcama artacak...
Gelir aynı kalsa bile, ki kalmıyor,
otuz yıl önce 4-5 çocuğa bölünen
para artık en çok ikiye bölünecek...
Yani işin Türkçesi, evin prens ve
prenseslerine yönelik üretim
yapanlar, onların gönlünü kazanan
markalar yaşadı...
***
Fırsat penceresinin yüzüne
güleceği bir başka kesim daha var;
kadınlara yönelik iş yapanlar...
Çünkü doğurganlıktaki düşüşün
diğer bir etkisi de kadınların iş
gücüne katılımını artırması...
Şu anda bu oran yüzde 22.3
civarında... Dünyanın en düşük
oranlarından biri...
Kadınların işgücüne katılımında
Endonezya'nın yarısıyız...
Ancak artıyor... Otomatik ev
aletlerinin yaygınlaşmasının da
etkisiyle, kadınlar çalışma hayatına
daha aktif biçimde katılıyor...
Bu trend, giyim, kişisel bakım ve
benzeri ürünlerin tüketimini de
artıracak...
Doğurganlıktaki azalma nedeniyle
kadınların daha fazla boş zamana
sahip olması da harcama
eğilimlerini destekleyecek...
***
Türkiye'de 1950 ile 1990 dönemi
arasında yükselen nüfus artış hızı
son 20 yıldır ılımlı bir düşme eğilimi
içine girdi...
Doğum sayısı artmıyor...
Son veriye göre, 2010 yılında kaba
doğum sayısı binde 17'ye geriledi...
2009'da 1 milyon 254 bin olan
canlı doğum sayısı, 2010'da 1
milyon 238 bine geriledi...
Bebek sayımız son 10 yıldır ciddi
bir duraklama içerisinde...
Fransa'nın bile 2002'de 1.8 olan
kadın başına düşen çocuk sayısını
2.02'ye çıkardığı göz önüne
alınırsa, düşündürücü...
Zaman zaman medyada "Türkiye'yi
bekleyen sinsi tehlike" olarak
nitelenen olgu da bu...
***
Sorun etmeli miyiz bilmem ama
hiçbir zaman 100 milyonu
aşamayacağımız kesinleşmiş gibi...
Ne 2050'de, ne de sonrasında...
Uzun vadede düşündürücü...
Ancak, kısa ve orta vadede,
önümüzde tehlikeden çok fırsat
var... Özel sektörde olduğu gibi
kamu açısından da...
Artan genç nüfusa aş ve iş bulma
derdimiz azalacak... Sağlık ve
eğitim yatırımı ihtiyacı azalacak...
Yeni okul ve hastane inşaatı için
harcanacak para, mevcutların
iyileştirilmesi için kullanılabilecek...
***
Nüfusun ekonomi üzerindeki
etkilerine, doğurganlık oranları
üzerinden başladık...
Ama söyleceklerimiz bitmeden,
sayfadaki yerimiz bitti...
Daha genç nüfusun üretim ve
tüketim üzerindeki canlandırıcı
etkilerine giremedik bile...
Ne de çekirdek aileye geçişin ve
aile sayısındaki artışın iç talebe
nasıl hız vereceğine...
Ya yaşlanmanın etkileri?
Ona da değinemedik...
Hiç şaşırmayın...
Bizim için yeni bir gelişme olsa da,
bu eğilimin de ekonomiye etkileri
olacak...
2000'li yılların başında bile
Türkiye'de 65 yaş ve üstündekilerin
nüfustaki payı yüzde 5'lerle ifade
ediliyordu...
Bugün yüzde 7'lerle...
5 milyon 490 bin 715 kişiden
bahsediyoruz...
Yaşlı nüfusumuzun, toplama oranı
Avrupa gibi yüzde 18'lerde değil
henüz yüzde 7.3'te... Ancak artış
hızlanıyor ve huzurevleri
inşaatından, tatil paketlerine kadar
bu kesime yönelik iş geliştirecekler
için önemli...
***
Demografi ya da nüfusbilim...
Hazır giyimci, sütçü, inşaatçı,
gazeteci için mutlaka dikkat
alınması gereken bir alan...
Hatta, kendi ülkesinde yeterli
yetenek bulamayıp, nüfusu ve
dolayısıyla yetenekli çocuk sayısı
da hızla artan Afrika'dan futbolcu
transfer etmeye çalışan klüp
yöneticisi için de...
Nüfustaki değişimi yakından
izleyen, analiz ederek yatırım yapan
firmaların, bundan bi haber olanlara
göre "fırsat penceresi"ni daha iyi
değerlendireceğine şüphe var mı?