Türkiye BM’de yalnız mı?

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Geçtiğimiz hafta her yıl dünya liderlerini karşılıklı saygı ve diplomatik nezaket kuralları çerçevesinde bir araya getiren merasim diyebileceğimiz Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısı gerçekleşti dersek, doğruları eksik dile getirmiş oluruz. Her yıl yinelenen toplantılarda memnuniyetsizlik ve isyan duygularına da bir pay düşüyor. Bu yılki toplantıların farklı olduğu söylenemez. Görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkıp çıkmadığın söylemek zor. Liderler kürsüye çıkıp konuşmalarını yaptılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da hem her yıl ifade ettiği düşüncelerini yeniden aktardı hem de Türkiye’yi yakından etkileyen konulara ilişkin değerlendirmelerini paylaştı. Konuşmasının anahtar konuları nelerdi…

-Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasının ana konularını özetleyebilir misiniz?

Cumhurbaşkanının konuşması iki bölümden oluşuyordu. İlk bölümde dünya yönetişim sisteminin işleyişindeki haksızlık ve adaletsizlikler eleştiriliyordu. İkinci bölümde ise daha çok Türkiye’nin rahatsızlık duyduğu konular yer alıyordu. İlk bölümü sanıyorum Sayın Erdoğan’ın sık kullandığı kendi sözleriyle özetlememiz mümkün: “Dünya beşten büyüktür.” Burada, tabii ki, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin konumlarının dünya gerçeklerini yansıtmadığı dile getirilmek isteniyor. Cumhurbaşkanımız bu görüşünü muhtelif defalar ifade etti ancak sorun; sistemi değiştirmek istiyorsanız, sistem içinden çalışmanın gerekmesidir ki, veto hakkına sahip olan ülkeler bu yolun önüne set çekiyorlar. Özetle, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin gücünü sınırlayıcı değişikliklerin önünde bünyesel bir engel olarak bulunuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan nükleer silahların yayılmasını önleme sistemini de eleştirdi. Eleştirisinin mantığı sağlam. Halihazırda nükleer silahlara sahip olan ülkeler nükleer güç tekellerini sürdürmek istiyorlar. Bu yaklaşım, kendilerini nükleer silahlara sahip ülkelerin tehdidi altında gören, dolayısıyla güvenliklerini nükleer silahlara sahip olmanın sağladığı caydırıcılıkla daha iyi koruyabileceklerini düşünen ülkeler nezdinde kabul görmüyor. Cumhurbaşkanı, mevcut sistemin ancak nükleer silahlara sahip ülkelerin de bunlardan vazgeçmesi sonucu kabul edilebilir bir nitelik kazanacağını vurguladı. Bu sağlam bir mantık ancak maalesef dünya, sağlam mantık eksersizlerinden ziyade ülkelerin güç konumlarına göre yönetiliyor.

-Bütün bu sorunlar değişmez bir nitelik sergiliyor. Yıllar boyunca gündeme girip çıkıyorlar. Bunlardan yeniymiş gibi söz etmek de mümkün değil…

Haklısınız. Galiba Cumhurbaşkanımızın bu konulara her yıl yaptığı konuşmada değinmesi bir merasim haline geldi. Sonuca gidilebilmesi için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan konuşmaların aynı düşünceleri paylaşan ülkeler arasında koalisyonlar aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılması lazım. Ancak ülkeler birlikte hareket edebilirlerse isteneni elde etme imkanı ortaya çıkabilir. Buna karşılık, uluslararası yönetişim sistemini değiştirmeyi öngören ve Türkiye’nin de içinde yer aldığı böyle bir çabadan benim haberim yok.

-Galiba Türkiye şu anda kendisi zor durumda, değişiklik çabalarında kendisiyle birlikte hareket edecek fazla sayıda ülke bulunmuyor. Biraz tecrit edilmiş durumda diyebilir miyiz?

Evet. Şu anda Türkiye’nin liderliğini kabule hazır ülke sayısı yüksek değil. Bunu Türk dış politikasının başarılı olmamasının bir sonucu olarak görebiliriz. Eğer dünya ülkelerine liderlik yapacak bir konuma gelmek istiyorsanız, çok sayıda ülke ve ülkeler grubuyla iyi ilişkiler geliştirmeniz lazım ki sizin liderliğinizi benimsesinler.

-Olağan dünya sorunları yanında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan konuşmalar liderlere önem verdikleri konulardaki şikâyetlerini de ifade etme fırsatı veriyor. Bu açıdan bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan tartışmalı bazı konulara da temas etti. Bunlardan da biraz bahseder misiniz?

Kendisi ülkemizi ilgilendiren değişik konularda değerlendirmelerde bulunmakla birlikte en önemlisi Fırat’ın doğusunda kurulmasını istediği güvenli bölgeydi. Bu bölgenin genişletilebileceğini ve komşu ülkelere ve Avrupa’ya sığınmış çok sayıda Suriyelinin bu bölgeye yerleştirilebileceğini ileri sürdü. Ben şahsen böyle bir bölgenin ne kadar nüfusu barındırabileceğini bilmiyorum ama savaş öncesinde Suriye nüfusunun en yoğun yaşadığı bölgenin burası olmadığını hatırlıyorum. Bölge tarım arazileri ve güneyi çölden oluşuyor. Kentleri ise harabe. Diğer ülkelere sığınmış Suriyelileri buraya yerleştirirseniz, geçimlerini nasıl temin edeceklerini öngöremiyorum ama çevrede bu kadar nüfusu barındıracak kentler olmadığı aşikar.

-Kuzey Suriye’de hakim ülke Amerika Birleşik Devletleri, bu ülkenin YPG/PYD üzerinde baskı yaparak güvenli bölgeyi onlara kabul ettirmesi lazım. Bölgenin sınırlarının genişletilmesi için de Amerikan yönetimi ile işbirliği yapılması zorunlu. Ancak, geçtiğimiz hafta içinde Başkan Trump’ın bir azil girişiminin hedefi olması, Amerika’nın Türk taleplerine fazla ilgilenememesi ile sonuçlanabilir mi?

Konu genel zaman kıtlığından ziyade, kimin zamanının kıt olduğu ile ilgili. Eğer Amerikan başkanı hükümet politikalarına yön vermekte başarısız kalırsa, her devlet kurumu kendi politikasını izlemeğe başlar. Amerikan yönetimi bilinçli bir şekilde kendilerinin YPG’ye verdikleri desteğin, yeterli tedbir alınması durumunda, bir sakıncası olmayacağını iddia ediyor, Türkiye’nin itirazlarını da ülkemize başka alanlarda ödüller vaat ederek yumuşatmaya çalışıyor. Ancak bu Amerikan tasavvurunun başarılı olacağını beklemek çok zor, çünkü Türkiye YPG’yi varlıksal bir tehdit olarak görürken, Amerika ona bölge siyasetini yürütmekte kullanabileceği bir araç olarak bakıyor. Tarafların konuya yaklaşımları birbirinden çok farklı.

Amerika’da başkanı azil girişimi başladığına göre, Trump’ın vaktinin daha büyük bölümünü kendisine yöneltilen iddiaları savuşturmaya ayırmak mecburiyetinde kalacağı çok açık. Dış politika konularına verebileceği zaman daralıyor. Türk hükümeti Amerika ile ilişkilerini, görüşlerini ülkemize en yakın olduğunu varsaydığı Trump üzerine bina etmeyi öngörmüştü. Ancak Başkan Trump’ın konumu ve liderlik yapabilme kabiliyeti zayıfladıkça, Suriye politikasını belirlemek ve uygulamaktaki rolü de zayıflayacaktır. Buna karşılık Amerikan silahlı kuvvetleri YPG’yi desteklemekte tam bir kararlılık sergilemektedir. İster Dış İşleri Bakanlığında ister Amerikan Kongresi’nde olsun, Türkiye’ye dostane bir hava hakim değildir. Türkiye’nin Amerikan yönetimi katlarında pek dostu yoktur. Şimdi de kendisine en dost gördüğü Başkan Trump’ın başı belaya girmiştir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019
Mütehavvil dostluklar! 08 Ağustos 2019