Türkiye-Batı ilişkilerinde hep Batı kazançlı çıktı
Prof. Dr. Nurettin Bilici - Çankaya Üniversitesi
Batı (Avrupa ve ABD) Osmanlı’yı “borç ver, bağımlı yap” politikasıyla tüketmiş ardından da Türk’ü toptan yok etmeyi planlamıştı. Ancak Atatürk isimli bir Türk’ün önderliğinde direniş başlayınca Türk’ü toptan yok etme arzusunu gerçekleştirememişti.
Kemal Atatürk o dönemde Türkiye’nin geleceğini; rönesans-reform ve sanayi-teknoloji devrimini gerçekleştiren ve dünya hakimiyetini ele geçiren Batı ile iş birliğinde görmüştü. Ve Atatürk canla başla çalışarak dünya ekonomik gücü içinde ağırlığı %1’e yakın olan (aynı zamanda itibarlı ve borçsuz) bir ülke bırakmıştı kendinden sonrakilere. Ayrıca Osmanlı’nın borçları da ödenmişti.
Atatürk sonrası Türkiye, maalesef “bir ve bütün” olamadı: Laik dinciyi dışladı. Sünni Alevi’yi dışladı.
Türk Kürdü dışladı. Dinci Laik olanı dışladı. Yıllar böyle geçti. Kısaca, Atatürk sonrası Türkiye, enerjisinin çoğunu kendi iç kavgalarında tüketti. “Bir ve bütün” olamayınca da Batı’nın elinde oyuncak oldu.
Batı “serbest ticaret, gümrük birliği yapalım” dedi. Türkiye “tamam ama benim param yok senin mallarını almak için” dedi. Batı “merak etme ben sana borç veririm” dedi. Plan Osmanlı’ya uygulanan planın aynısı idi. Kemal Atatürk bu tuzağa düşmemişti. Onu kandıramamışlardı. Atatürk sonrasında gelen politikacıları kandırmaları ise zor olmadı.
Türkiye borç aldı. Aldığı borçları da yatırım-üretim yerine tüketim ve verimsiz harcamalarda kullandı. Ciddi bir kısmını da iç kavgalarında (kendine benzemeyeni yok etme kavgaları) heba etti.
Aldığı borçlar çoğalınca (gırtlaktan yukarı çıkınca) geri ödemede sıkıntıya düştü ve krize girdi. 20 yılda bir (1960, 1980, 2001 ve şimdiki) yaşadığı krizlerin hepsinin sebebi aynı idi.
1960, 1980, 2001 krizlerini çıkaran iktidarlar devrildi. Bu üç krizin yaşandığı tarihlerde dümen (gerçek iktidar) askeri otoritenin elindeydi. Batı askere destek vererek hükümetlerin devrilmesine yardımcı oldu. Yönetimlerin devrilmesi iki açıdan gereklilik taşıyordu:
1) Batı bu şekilde alacaklarının tahsilini garanti altına alıyordu.
2) Türk kamuoyuna, krize sebep olanların cezalandırıldığı görüntüsü veriliyordu.
Darbelerin ardından yeniden Batı’ya sadık kalacak yönetimler kuruldu. 2002 yılında iktidara gelen AK Parti için de aynı şey söz konusu oldu. AK Parti döneminde askeri otorite devre dışı bırakıldı.
16 yıllık AK Parti yönetimi o vakte kadar uygulanan politikaları değiştiremediği için şimdi Türkiye öncekilerden hiçbir farkı olmayan yeni bir krizle karşı karşıya. Sebep, 2002 yılında 150 milyar dolar olan dış borçların 460 milyar dolara çıkması. Ve alınan borçların üretimi-ihracatı artıran işlere harcanmamış olması.
Üstelik, “bir ve bütün” olma sorunu da çözülemedi.
Döviz fiyatındaki yükselişler Türkiye’nin dolar cinsinden milli gelirini aşağı çekmeye devam ediyor.
2018 yılı itibarıyla dünya toplam milli geliri 85 trilyon dolar. Türkiye’nin 2018 yılı için hedeflediği 2.5 trilyon TL milli gelir rakamının dolar cinsinden karşılığı sürekli düşüyor. Buna paralel olarak Türkiye’nin dünya toplamı içindeki ağırlığı da azalıyor.
Ve şimdi yeniden, kazanmadığımız (bizim olmayan) paraları harcamanın cezasını çekeceğiz.
Peki, Batı’ya yeniden ütülmemek için neler yapmamız gerekir?
Üç şey:
1) Borçlanmaya dikkat edip “kendi yağımızla kavrulmayı” öğrenmek.
2) Batı ile ticari ilişkilerimizi kurarken dikkatli davranmak. Örneğin AB’ye tam üyelik hakkını almadan gümrük birliğini kabul etmemiz yanlış idi.(1)
3) İçeride “bir ve bütün” olmak. Bunun için, kamu imkânlarından hükümettekilere benzeyenlerin değil “liyakati olanların” yararlandırılması gerekir.
Batı’nın “82 milyonu aynı hedefe yönelmiş bir Türkiye’yi” kandırması kolay olmayacaktır.
-------------
_(1) Batı’nın Türkiye pazarında elde ettiği kazançlar hakkında yazarın aşağıdaki kitaplarında detaylı değerlendirmeler yapılmıştır:
- Avrupa Birliği‘nin Türkiye‘si, 7. Baskı, Savaş Yayınevi, 2017, Ankara.
- Avrupa Birliği ve Türkiye (Kamu Maliyesi, Vergilendirme, Mali Yardımlar), 7. Baskı, Savaş Yayınevi, 2018, Ankara.