Türkiye-ABD ilişkilerinde Suriye çıkmazı
Trump’ın ikinci döneminde Türkiye ile olan ilişkisinin nasıl şekilleneceği, 20 Ocak’taki yemin törenine kadar bolca tartışılacak. Bu dönemde dikkatimi çeken konu, bölgenin ve Türkiye-ABD ilişkilerinin ABD-İsrail ilişkisi üzerinden okunmaya çalışılıyor olması. Televizyonlardaki yorumcuların çoğunluğu ile gazetelerdeki dış politika yazılarının büyük kısmı, ısrarla ABD-İsrail stratejilerini merkeze alan bir görüş birliğindeler. Bu merkezi tarif ederken ABD-İsrail ikilisinin ortaya koyduğu stratejileri mutlak alan bir anlayış hâkim.
Bu bakış bizi kısır bir döngüye sokar ki, politika yapıcıların bu hataya düşmeyeceğini umuyorum. Keza böyle bir yaklaşımla medeniyet beşiği olmuş, imparatorluk devamı olan Türkiye, İran, Çin, Rusya gibi bölgede etkin olan ve strateji üretmede kuvvetli ülkeler göz ardı edilmiş olur. Başka bir değişle bu ülkeler yalnızca ABD-İsrail stratejilerine karşı strateji üreten olarak görülür ki, bu doğru bir yaklaşım olmaz.
ABD Başkanının kim olduğu önemli değil
Seçim öncesi Trump ya da Harris kimin seçildiğinin Türkiye’ye yönelik ABD politikalarında çok fazla bir değişim yaratmayacağı, ancak iletişim konusunda Trump’ın daha uygun bir profile sahip olduğu düşüncesindeydim. Bu düşüncemde bir değişiklik olmadı.
Trump, 2018 yılı sonunda “Suriye’deki ABD askerlerini tamamen çekme” talimatı verdi. Bu karar Washington’da siyasi çalkantıya yol açtı. Dönemin Savunma Bakanı Jim Mattis ve DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk istifa ettiler. Hemen sonrasında çekilmenin hızlı olmayacağı açıklandı ve çekilme süreci durduruldu.
Bu dönemde ABD ile Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge çalışmaları başladı ancak bir sonuca ulaşmadı. Türkiye’nin, Barış Pınarı Harekatı’nda Trump, harekât alanında bulunan ABD askerlerini çekti. Tüm bu süreçler yaşansa da Trump döneminde Suriye’den çekilme gerçekleşmedi.
Sınırımızda konvansiyonel ordu kuruldu
Suriye’nin bu hale gelmesinin baş mimarı Biden döneminde ise çekilmeyi bırakın destek daha da arttı. Bugün PKK terör örgütünün Suriye uzantısı, ABD desteğiyle konvansiyonel bir ordu seviyesine yaklaşmış durumda. ABD desteği, örgütü ABD dışındaki bir gücün etkisine kapalı hale getirdi.
Trump’ın ikinci döneminde daha kuvvetli bir başkan profilinin ortaya çıkma ihtimali, PYD-YPG’nin geleceğini ekibinden ziyade Trump’ın kararlarına bağlı kılabilir. Nitekim ABD basınında yapılan bazı analizlerde Trump’ın Suriye politikasında Türkiye’nin istediği bazı değişikler yapabileceği yazılıyor.
ABD, bölgeden çekilme kararı alması halinde, bölgedeki boşluğu dolduracak bir aktöre ihtiyaç duyacak. Bu aktör Türkiye mi olacak? İşte burada büyük sorular ortaya çıkıyor.
Obama yönetimi PYD/YPG’yi Türkiye’ye sunarken “bunlar şehirli, dağlıları (Kandil) beraber yok edelim, siz şehirlileri muhatap alın” söyleminde bulunmuştu. Aynı durum ile tekrar karşılaşabiliriz ki bu durum, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmamızla da ters düşer.
Bunun yanında Türkiye’nin askeri kontrolü karşılığında sınır değişikliği konusunda da analizler dikkat çekiyor. Bu kabul edilemez bir durumdur. “Daha büyük olacağım derken küçülmekle” karşı karşıya kalırız.
Diğer yandan ABD tarafından konvansiyonel bir ordu seviyesine getirilmiş YPG/PYD, İsrail’in bölgedeki güvenliği için bir kara gücü niteliğinde. DAEŞ ile mücadele bahanesi altında İsrail’in kara gücü haline getirilecek bu güç, İsrail’e bölgede her istediğini yapma imkânı tanıyacak. Bugünlerde Batı basınında giderek yoğunlaşan DAEŞ tekrar kuvvetleniyor görüntüleri, DAEŞ’in tekrar piyasaya sürüleceğine işaret gibi.
Bu duruma belki de tek engel, yapacağımız bir harekât olur. Tabii ki harekâtın kapsamı ve büyüklüğü, bu projeyi engelleyebilecek nitelikte olmalı. Diğer yandan Türkiye, ABD’yi zorlayabilmek için Şam yönetimi ve Rusya ile Suriye özelinde daha açık ve kapsamlı bir diplomasi yürütmek zorunda.
Uzun lafın kısası, zor bir döneme giriyoruz. Bence tahmin etmesi kolay üç konu var. İlki ABD destekli terörist yapının Türkiye›nin ülke bütünlüğüne açık bir tehdit ve ontolojik bir güvenlik sorunu olduğu; ikincisi ABD’nin Rusya ve İran Suriye’de bulunduğu müddetçe çekilmeyeceği; sonuncusu ise Türkiye-ABD ilişkilerinin ABD’nin YPG-PYD ile ilişkisi devam ettiği müddetçe güven temeline oturamayacağı.