Türkiye-AB aşkı yeniden mi alevleniyor?

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Avrupa cephesinde işler yeniden düzeliyor gibi gözüküyor.  Türkiye ile Batı'daki komşuları arasında aylar, hatta yıllardır şahit olduğumuz karşılıklı hakaretlerin ardından son haftalarda Avrupa'nın Türkiye'ye, en az bizim onlara duyduğumuz kadar ihtiyaç duyduğu bir kez daha kanıtlandı. Bu şerefi Donald Trump'a borçluyuz: ABD, müttefiklerine olan taahhütlerini yerine getirmeye pek hevesli görünmediğinden, müttefikleri de birbirleriyle daha yakın bir ilişki içinde olmaları gerektiğinin farkına vardı. 'Trump Etkisi' yarattığı tüm kaos ve belirsizliklere karşın en azından böyle bir fayda sağlamış oldu. Geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecinde yargı reformları da dahil olmak üzere önemli bölümlerin hızlandırılacağını duyurdu. Eşanlı olarak, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in sözcüsü, Almanya'nın Türkiye ile olan ilişkisinin önemini vurguladı, ancak hükümetinin Türkiye'de ekonomik çöküşün önüne geçilmesi için mali yardım sağlayacağı yönündeki söylentileri doğrulamadı. Son zamanlarda yaşanan bu değişimin altında ne yatıyor ve yakalanan ivme sürdürülebilir mi?
 
AB-Türkiye ilişkilerinde bu tür bir yumuşama daha önceleri de gördük. Bu sefer itici güç nedir acaba?
 
ABD ile AB arasındaki ilişkilerin son derece sorunlu bir yönde geliştiği ve bundan böyle Avrupalıların, Kıta’larının güvenliğinin sağlanmasına matuf Amerikan taahhütlerine güvenemeyeceği anlaşılıyor. Avrupa'nın güvenlik planlarına ABD'yi dahil etmediğiniz zaman, Türkiye'nin Avrupa güvenlik sistemine dahil edilmesi giderek daha büyük önem kazanıyor. Daha açık bir ifadeyle, eğer Türkiye AB dışında bir güvenlik sistemine veya daha kötüsü, AB ile çatışma halinde olan bir başka bir sisteme yönelirse, Avrupa kendini büyük bir riske açmış olacaktır. Sanırım özellikle Almanya bu gerçeği kavramaya başladı ve Türkiye ile ABD arasındaki gergin ilişkiler nedeniyle Türkiye'nin Batı güvenlik sisteminden kopmasını engellemeyi amaçlıyor. Tabii ki bunu sadece bir güvenlik endişesi olarak tanımlamak doğru olmaz. Avrupa, Türkiye'nin önemli ekonomik fırsatlar barındırdığını biliyor. Muhtelif zorluklara rağmen, Türkiye Avrupa'nın yatırımları için istikrarlı ve güvenli bir ortam olarak görülüyor.

Ancak bu noktada bir uyarıda bulunmam gerekiyor. Almanya, Türk ekonomisinin direncini yeniden kazanmasına yardımcı olmak için liderlik yapmayı üstlense bile, söz konusu yardım, Uluslararası Para Fonu ile olan standby anlaşmaları veya diğer istikrar programlarında öngörülwnlerden çok farklı olmayan şartlar getirecektir. Örneğin, Türk hükümetinin önüne kemer sıkma önlemleri gibi yutulması zor ilaçlar konabilir.
 
Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin AB'ye katılması kaçınılmaz görünüyordu. Ancak Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından ilerleme çizgisi dışına çıkıldı. Türkiye'nin AB'ye katılım konusunu tekrar gündeme sokması için doğru zaman mı?
 
Şu sıralar AB, üyeliğini genişletme havasında değil ve özellikle de mevcut siyasi koşulları AB'nin beklentileriyle eşleşmeyen Türkiye gibi büyük bir üyeyi kabul etmek konusunda hiç de hevesli olmadıkları aşikar.  Tabii bu, uzun vadede Türkiye'nin üyelik olasılığının ortadan kalktığı anlamına gelmez. Şöyle düşünelim; Soğuk Savaş devam etseydi, Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler aynı olur muydu? Yanıtım, 'muhtemelen hayır' olacaktır. Hatta, daha ileri gidip şunu söyleyebilirim ki iki taraf arasındaki ilişkiler daha yakın olur ve Türkiye üyelik konusunda daha fazla yol almış olurdu. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra, AB birçok Doğu Avrupa ülkesini, AB'nin kriterlerini bugün bile yakalamaktan uzak olmalarına rağmen, üye olarak kabul etti. Bu ülkeler güvenlik endişeleri nedeniyle üye yapıldı. Benzer şekilde, koşulların değişmesi Türkiye'nin üyeliğini bir kez daha cazip hale getirebilir. Eğer Avrupa kendini savunmak zorunda kalırsa, o zaman Türkiye'nin desteği vazgeçilmez hale gelebilir.
 
Tüm bunlar Trump yönetimi ve ABD'nin mevcut dünya düzeninden geri çekilme hamlelerinin yaşandığı bir ortamda gerçekleşiyor. Ancak, ABD’de yaklaşan ara seçimler sonrasında birçok şey hızla değişebilir. Türkiye bu kaos ortamını nasıl yönetebilir? Gerçekten orta-uzun vadeyi planlayabilir mi yoksa daha tepkisel mi davranmalı?
 
Sorulması gereken soru aslında şudur: Bu değişimler Trump yönetimi nedeniyle mi, yoksa değişen dünya koşullarının sonucu ve ABD yönetiminde kim olduğundan bağımsız olarak mı meydana geliyor? Aslında, her ikisinin de belirli oranda etkili olduğunu düşünüyorum. Gerçek şu ki, Amerikalıların İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra inşa ettiği dünya düzeni artık dünyanın yönetişim ihtiyaçlarına cevap vermiyor; değişmesi gerekiyor. Bu Trump'ın izlediği politikalardan bağımsız bir gerçeklik. Değişim baskısı karşısında neler yapacağınız farklı bir sorudur. Küresel yönetişimin yeniden tasarlanması iki farklı yaklaşıma dayandırılabilir: Ya ABD, dünyadaki rolünün azalmasını kabul eder ancak tüm aktörlerin işbirliği yaptığı bir çerçevede en güçlü aktör olmayı sürdürür ya da alternatif olarak Trump'ın gittiği yoldan gidersiniz. Tabii ki, ikinci şık Amerikan yönetimi değişirse değişebilir, ancak Amerikan politikasının bu günlerdeki uygulanma şeklini incelediğimizde, politikanın iki farklı düzeyde yürütüldüğünü görüyoruz. Başkanlık seviyesi olarak nitelendirebileceğimiz ilk seviyeyi Trump'ın tweetleri, tutarsız emirleri ve benzeri davranışlar nitelendiriyor. İkincisi ise, Başkan Trump'ın sözleriyle kastettiğinden farklı sonuçlar ortaya çıkaran ve devlet kurumları tarafından uygulanan politikalardır. Örneğin, Suriye’de Menbiç'in ortak devriyelerle denetlenmesi konusunda ABD ve Türk silahlı kuvvetlerinin etkin işbirliği geliştirmeleri dikkat çekiyor.

Unutmayalım ki, uluslararası ilişkilerde öngörülebilirliğin imkânsız denecek kadar azaldığı durumlar daha önce de pek çok kez yaşanmıştır. Trump dönemi de öngörülebilirliğin zayıfladığı bir dönem. Ancak, daima uzun vadeli ilişkileri düşünerek ve iktidarda kim olduğundan bağımsız olarak varlığını sürdüren faktörleri gözönünde bulundurarak hareket etmeliyiz. Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde de olduğu gibi, nihai sonuçları bunlar belirliyor. Trump'a gelince, görev süresi sona erinceye kadar koltuğunda kalıp kalamayacağından bile emin değiliz.
 
Hiç değilse Türkiye'nin en önemli müttefiki AB ile yeniden arasını düzelttiği için Trump'a en azından bir teşekkür edilebilir.
 
Başkan Trump'a, sadece Türkiye'ye değil, herkese ilişkilerinin önemini yeniden hatırlattığı için biraz teşekkür borçluyuz. Türkiye, Avrupa ilişkisinin öneminin farkına varıyor. Bu karşı taraf için de geçerli. Yine de, her iki toplum da uzun vadede dostluklarına onarılamayacak şekilde hasar verecek davranışlardan kaçınma konusunda dikkatli olmalıdır.
 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019