Türk Telekom’da çözüm neden kritik?
Dünyada devletlerin stratejik gördüğü yatırımları vardır. Telekomünikasyon, özelinde de Türk Telekom ve Turkcell, Türkiye için bu yatırımlardan biridir.
Zira ülkenin ana sabit telefon hatlarının da, internet omurgasının da yüklenicisidir.
2001 krizini hatırlayanlar, Türk Telekom özelleştirmesinin yapılamamasının ne denli büyük bir tetikleyici olduğunu da anımsayacaktır. Dönemin MHP’li Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün direnci, özelleştirmenin önünü kapatmıştı.
Yanlış anlaşılmasın, krizin nedeninin bu olduğunu savunacak kadar naif değilim. O özelleştirmeden gelecek döviz gelirinin de krizi engelleyeceği falan yoktu. Türkiye’de bankacılık sektörü, siyaset-banka ilişkisi göçük durumdaydı. Kamu bankalarının açıkları arş-ı âlâya varmıştı. Sabit kur rejimi, artan acri açık nedeniyle baskı altındaydı. Çöküş kaçınılmazdı ve oldu.
Şansımız odur ki; bizler toplum olarak çok büyük bedeller ödemeye razı olarak o yıkımı ‘yaratıcı yıkıma’ dönüştürmeyi başarabildik. Üzerine yeni bir ekonomi inşa ettik.
Dönelim TT özelleştirmesine.
Türk Telekom özelleştirmesi, bazı kesimlerin sandığı gibi bir satış işlemi değil, 21 yıllık bir işletme hakkı devridir.
Şirketin sahibi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Üstelik Hazine hissesi haricinde devletin yüzde 1’lik altın hissesi vardır. Devlet belirli şartlar dahilinde sahipliği de yönetimi de belirleyebilir, değiştirebilir.
Sonrasında yapılan özelleştirmede Türk Telekom’u satın alan Oger Grubu, şirketi oldukça başarılı işletti.
Özellikle özelleştirme ihalesine de katılarak sonrasında ilk CEO görevini üstlenen Paul Doany döneminde, şirket büyük bir atılım yaptı. Sonrasında yanlış genel müdür tercihleri ivmeyi bir miktar etkilese de, şirketin büyümesi bundan sınırlı etkilendi.
Bu ortamda Oger’in işletmeyi devraldığı tarihte 9.4 milyar TL olan 2007 yılı (konsolide) satış gelirleri, 2017 sonunda 18 milyar TL’ye yükseldi.
Bu arada ses trafiğinin zayıfladığını bilerek, ağırlığını internet ve fiber yatırımlarına yönlendirildi.
Bugün yapılan yorumlara bakıldığında, önemli bir ayrımın dikkate alınmadığını görüyorum.
Oger Telecom’un Türk Telekom’u satın aldığı 6.5 milyar dolarlık fiyata odaklanılıyor. Ancak bu şirketin aradan geçen 11 yıl içinde şirkete yaptığı yatırım büyüklüğü gözardı ediliyor. Yıl yıl yatırım miktarına bakıp, o yılın ortalama kuruna bölerek yaptığım hesaba göre, Türk Telekom’a 2008’den bu yana yapılan yatırımın toplam tutarı 11.3 milyar dolar. Ayrıca, bu süreçte artırılan sermaye de dikkate alınmalı. Dolayısıyla getirisi hemen olamayacak bir çok yatırımın yükünü, Oger Telecom çekmiş oldu.
O dönem için 4.5 milyon olan ADSL, şimdi sabit genişbant kullanıcısı sayısı olarak 10 milyona, ancak bu yatırımlar sayesinde dayandı.
Üstelik bu süre zarfında bağlantı hızının artışına, 4.5G ihalesine yapılan yatırımlar, bunun dışında satın alınan inovasyon şirketlerine yapılan yatırımları da ekleyebiliriz.
Sonuçta, Oger Telecom, Hazine için iyi bir ortaktı. Ta ki, Suudi Kralı’nın vefatı sonrasında Suudi Arabistan’da işler değişinceye kadar. Yeni yönetimden Suudi Arabistan’a yaptığı işlerden dolayı birikmiş 5 milyar dolarlık alacağını tahsil edemeyen Oger, zor duruma düştü. Ve bugünkü noktaya gelindi.
Şimdi, işin daha reel kısmını konuşma zamanı.
Oger zor duruma düşünce, elbette ilk refleks, 4.5 milyar dolarlık kredi yükünü de dikkate alarak (bunun yaklaşık 2.8 milyar dolarlık bölümü 3 büyük Türk bankasına) Türk Telekom’u yeni bir alıcıya satmaktı.
Fakat bunun önünde önemli bir engel var: İşletme süresi. 2006’da özelleşmiş, 21 yıllık işletme süresi 2027’de tamamlanacak bir işletme için, hiçbir alıcı bu yükü taşımak istemedi. 10 yıl için bu yükün taşınması fizibl gelmedi.
İlgilenenler oldu, hala da var. Suudi Telekom şirketi, Oger’e olan borcundan dolayı doğal alıcıydı. Kredi üstlenilip yürünebilirdi. Ancak Suudilerin Türk Telekom’u “ucuza kapatma” yaklaşımı ve Türkiye tarafında buna gösterilen direnç nedeniyle, bu satış olmadı.
Katarlı Ooreidoo’nun ilgilendiği konuşuldu. Ancak bu satış da gerçekleşmedi.
Şimdi Çinli talip konuşuluyor.
Ancak bir Çinli şirkete bu stratejik değeri vermek devletin vereceği stratejik bir karar. “Lübnanlı bir gruba satınca sorun değil ama Çin’e satarsak sorun mu?” makul bir soru gibi görünüyor. Ama Çin bir Lübnan, Suudi Arabistan değil. Çinli bir şirkette her istediğinizi yapamayabilirsiniz. Dolayısıyla çok iyi düşünülmesi gereken bir karar.
Elimizdeki formüller şunlar:
1) İşletme hakkının süresini uzatacak bir formül ile yeniden satış süreci. (Ki en makulü bu gibi görünüyor.)
2) Krediyi veren bankaların ellerindeki teminatı kullanarak Türk Telekom’un hisselerine sahip olmaları. Bankaların krediyi yakın izlemeye alması, bu seçeneği kuvvetlendiriyor. Ancak aynı zamanda satış için Hazine’nin elini de zaman olarak daraltmış oluyor. Bu seçeneğin de yabana atılmamasında yarar var.
3) Son günlerde konuşulan halka arz modeliyle hisse satılması, borçların üstlenilmesi, şirketin kamuda yoluna devam etmesi. (Bu biraz uzak bir model. ‘10 yıl sonra bize dönecek işletme hakkını geri almak için eldeki hisseyi satmak?’ gibi bir soru getiriyor elbette akla.)
Bunların dışında konuşulan ara formüller de olabilir, ancak bunların teyidini alamadığım için buraya taşımıyorum.
Bu yüzde 55’lik hissenin çözüme kavuşması önemli. Çünkü OTAS (Oger’in borcu) kısmı ayrı bir hikaye. Bu borç Türk Telekom’un borcu değil. Oger’in borcu, sadece teminatı Türk Telekom hissesi. Ancak Türk Telekom’un bilançosunda net 12 milyar TL’ye gelmiş bir borç yükü var. Bu borç yükünün önemli bir kısmı döviz cinsinden.
CEO Paul Doany ile son yaptığımız görüşmede, şirketin operasyonel faaliyetlerinin hissedarlık sorunundan etkilenmediğini, ancak bilançodaki kur açık pozisyonunun düzelmesi için hissedarın kim olacağının bilinmesi gerektiğini söyledi. Son bilançoda şirketin brüt 4.4 milyar dolar olan brüt FX borç oranı karşısında yüzde 35’lik bir korunma oranı var. Bunun yukarı çekilmesi için hissedarlık sorununun hızla çözüme ulaşması gerekiyor. Her ne kadar net borçların FAVÖK’e oranı yabancı benzer şirketlerin altında olsa ve 2.2’den 1.87’lere gerilemiş olsa da, yönetilmesi gereken bir operasyon ve bilanço olduğu aşikar.
Dolayısıyla ne yapılacaksa hızlı olunmasında fayda var...