Türk sanayisini olsa olsa kurdaki bu hızlı artış öldürür

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Lafı eveleyip gevelemenin, pembe tablolar çizmeye çalışmanın alemi yok. Ekonomik gidişat iyi değil. Dolar 2.20’ye oturdu, euro 3’ü aştı. Kur, nasıl hızlı bir şekilde bu düzeye gelmişse, elbette aynı şekilde gerileyebilir de. Ama gerçekçi olalım, kurun çıktığı hızda olmasa bile belirgin bir şekilde gerileyeceğine ilişkin bir emare var mı?

Bir çığ geliyor ve siz bunun önüne set inşa etmeye çalışıyorsunuz. Set de yok olur gider. Merkez Bankası aylardır kur artışına karşı döviz silahını kullanacağını söylüyor. Belki bu silah sonbahar aylarında etkili olabilirdi, kısmen olduğu da söylenebilir. Ama şimdiki koşullar çok farklı. 

Türkiye’de, 2002 yılından bu yana ilk kez bir siyasi kriz konuşuluyor, yaşanıyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk iddiası gündemde. 2014’ün Türkiye için zaten tatsız olacağı ta baştan belliydi, son yaşananlar sıkıntıya tuz biber ekti. Aslında sıradan olan ama anlamı giderek artan bir yerel seçim var. Onu geçtik; Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi sayılabilecek bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. Hep merak etmişizdir; cumhurbaşkanı adayları halkın karşısına çıkıp ne vaat ederek oy isteyecekler, cumhurbaşkanının tarafsızlığı nerede kalacak. Bir aday çıkıp “Ben Anayasa’yı daha iyi uygularım” mı diyecek, bir başkası “Ben rektör atamalarında daha hakkaniyetli davranırım” mı? Sahi adaylar ne diyecek?

Tabii ki 2014’te cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde düzenlemeye gidilirken, zihinlerde seçilecek olanın cumhurbaşkanı değil, başkan olacağı vardı. E haliyle başkan yürütmenin başı da olacağı için, her şeyi vaat edebilirdi. Ama başkanlık geride kaldığına göre, ne olacak şimdi? 

Böylesine belirsiz, karmakarışık bir ortamdayız işte. Şimdi siz Türkiye’de portföy yatırımı bulunan bir yabancı olsanız burada kalma riskine katlanır mısınız? Ya da, elinizde fon, nerede para kazanabilirim, diye dünyayı tarasanız, faiz yüksek diye siyasi riski giderek yükselen Türkiye’yi tercih eder misiniz? 

Bugün 1.000 dolarla girseniz Türkiye’ye, elinize geçen 2.200 lirayı yüzde 10 faizle nemalandırsanız ve paranız bir yıl sonra 2.420 lira olsa... Ama bu dönemde dolar yüzde 10’un çok üstünde değer kazansa ve çıkarken elinize 1.000 dolar bile geçmese... Bu olasılığı güçlü görseniz, niye gelesiniz ki Türkiye’ye... Daha da kötüsü, mevcut varlıklarınızı elden çıkarıp niye terk etmeyesiniz ki Türkiye’yi...

Ne borsa, ne faiz

Ne biz yazıp çizmekten bıktık, ne de birileri ekonominin merkezine hisse senedi fiyatlarını, yani borsayı koymaktan bıktı. 

Deniliyor ki, “Borsa 90 binlerden 60 binlere düştü”. Ne oldu peki? “Borsa şu kadar eridi.” Borsadaki tüm şirketlerin toplam piyasa değerinin düşmesinin ne önemi var ki; ya da herhangi bir şirketin. Bunu, o şirketin hissesini elinde bulunduran ve düşük fiyattan satan düşünsün. Kaldı ki, düşük fiyattan alan birileri de kar yazmaya başlamış demektir. Neden ille de zarar edeni düşünelim ki, bir tarafta da kar eden var.

Hem borsadan çok daha önemli olan faiz. Faizlerin yükselmesi demek, devletin daha pahalı borçlanmak zorunda kalması demek. Ayrıca, bu faiz diğer tüm faizleri de etkileyecek demek. Dolayısıyla bırakın çok az sayıda kişiyi ve fonu ilgilendiren borsayı, önce faize bakın, daha da önce döviz kuruna... 

Önemli olan kur artışı

Borsa düşmüş, ekonomik olarak hiç önemi yok. Faiz artmış, elbette bir yük getiriyor. Ama asıl önemli sorun, kurun artması. Hem zaten borsanın düşmesi de, faizin yükselmesi de başlangıç. Yabancı yatırımcı hisse senedini satıyor, borsa düşüyor; elindeki kamu kağıdını satıyor, faiz yükseliyor ve ele geçen TL, döviz talebi olarak karşımıza geliyor. 

Son dönemde kuru böylesine zıplatan döviz talebinin ne kadarının yabancılardan, ne kadarının bankalar ve reel sektör kuruluşlarından geldiğini bilmiyoruz. Ama ortada bir talep var ki kur böylesine yükseliyor.

Uyku kaçıran tablo!

Özel sektörün yurtdışından sağladığı kredi borcu ekim ayı itibariyle 192 milyar dolar düzeyinde. Bu borcun 152 milyarı uzun vadeli, 40 milyar kadarı kısa vadeli. Ancak 40 milyar dolarlık kısa vadeli borç dışında, özel sektörün yurtdışından sağladığı 30 milyar dolar ticari kredi borcu bulunduğunu ve yurtdışı yerleşiklere karşı yurtiçinde oluşan 38 milyar dolarlık yükümlülüğü olduğunu belirtelim. 192 milyara ticari krediler ve yurtiçinde oluşan yükümlülükler de eklendiğinde özel sektörün toplam borcu 260 milyarı buluyor.  
Toplam 192 milyar dolarlık borcun 100 milyarı finansal kuruluşlara, 92 milyarı da finansal olmayan kuruluşlara ait. 

Borcun, alt sektörlere göre dağılımını da verdik. Yani hangi sektörün dış borcunun ne düzeyde olduğu ve dolayısıyla hangi sektörün önümüzdeki dönemde sıkıntı yaşamaya daha yakın göründüğü ortada. Ama bu demek değil ki, ilgili alt sektörde yer alan her firmanın açık pozisyonu var ve ödeme güçlüğüne düşecek, elbette böyle bir anlam çıkarmaya çalışmak yanlış olur.

Aylık ödeme ve açık pozisyon 

Geçenlerde de aktardık; 2014 yılında her ay ortalama 18.4 milyar dolar bulmamız gerekiyor. Bu rakamın 14 milyar dolara yakını programa bağlanmış bir yıl içinde gerçekleştirilecek dış borç ödemesinden ay başına düşen tutar. Kalan ise cari açıktan her aya düşen tutarı gösteriyor. Ama bu kur düzeyiyle ithalat daha düşük gerçekleşebilir ve cari açık da 55.5 milyar dolarlık öngörünün altında kalabilir. Böylece aylık ortalama döviz ihtiyacı azalabilir.

Bu arada reel sektörün toplam açık pozisyonu 164 milyar dolar düzeyinde. Döviz varlık ve yükümlülüklerinin farkını gösteren açık pozisyon hazirandan beri neredeyse sabit seyrediyor, kısa vadeli açık pozisyon ise azalma eğilimi gösteriyor. Bu gidişat da, Merkez Bankası yönetiminden aylar önce gelen “Açık pozisyonunuzu bu kur düzeyinden kapatmayın, zarar edersiniz” söyleminin özel sektör tarafından hiç dikkate alınmadığını gösteriyor.

tablo-063.jpg

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar