Türk dünyasının Kıbrıs sınavı

Dr. Hakan ÇINAR
Dr. Hakan ÇINAR SIRADIŞI hakan.cinar@dunya.com

Son haftalarda dış politikamız açısından çok dikkat çekici bir gelişme yaşandı. Ba­sında her ne kadar yeterince yer bulmamış olsa da stratejik açıdan hem çok önemli, hem de beni hayal kırıklığına düşüren bir geliş­me yaşandı. Türk Devletleri Teşkilatı’nın üç önemli üyesi olan Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan, Güney Kıbrıs Rum Yöneti­mi ile diplomatik ilişki tesis etti ve büyükelçi atadı. Geçtiğimiz hafta ben sosyal medya he­saplarımda konuya dikkat çekmeye çalıştım ve sanıyorum sonrasında haberin daha faz­la işlenmesine ön ayak olmuş oldum. Zira bu gelişmenin, Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin izlediği politikayla açık bir çelişki oluştur­duğunu söyleyebilirim. Daha da önemlisi, bu adımların üç ülke tarafından neredeyse eş zamanlı olarak ve Avrupa Birliği ile gerçek­leştirilen Semerkant Zirvesi öncesinde atıl­mış olması, diplomatik bir tercih değil, jeo­politik bir yönelişin işareti olabilir.

Özbekistan, İtalya’daki büyükelçisini aralık ayında Güney Kıbrıs Rum Yöneti­mi’ne akredite etti. Ardından Kazakistan ve Türkmenistan benzer adımlar attı. Tüm bu gelişmeler, Avrupa Birliği’nin Orta Asya’ya yönelen 12 milyar euroluk yatırım taahhü­dü ve stratejik ortaklık planıyla aynı zama­na denk geliyor. Bu ülkeler, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile diplomatik kanal açarak Brüksel’e daha doğrudan erişim sağlamayı hedefliyor olabilir.

Bu gelişmenin arkasındaki nedenler çok boyutlu

İlk gerekçe AB ile ekonomik uyum arayı­şı. Orta Asya ülkeleri, belli ki AB ile ticaret, enerji, lojistik ve yeşil dönüşüm konuların­da daha yakın ilişkiler kurmak istiyor. Gü­ney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB’nin tam üyesi olduğu için bu ülkeler açısından önemli bir diplomatik kapı işlevi pozisyonunda.

İkinci olarak çok yönlü dış politika arayı­şının var olduğu söylenebilir. Kazakistan ve Özbekistan başta olmak üzere Türk Devlet­leri Teşkilatı üyeleri, Rusya, Çin, Avrupa Bir­liği ve Türkiye arasında denge gözeten çok yönlü dış politika izlemekte. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişki kurmak bu strateji­nin bir uzantısı olabilir. Bir diğer sebep ise Türkiye’nin son yıllarda iç ve dış politikada yaşadığı bazı zorlukların, bölgedeki gelenek­sel etkisini bir miktar gölgelediğine ilişkin düşünceler olabilir. Bu da bu ülkeleri daha bağımsız adımlar atmaya yöneltmiş olabilir.

Şimdi Türkiye’ye düşen bazı görevler ol­duğu söylenebilir. Evvela KKTC’nin tanı­nırlığı konusunda daha geniş diplomatik kampanyalar yürütülmeli, Türk Devletleri Teşkilatı içinde ‘ortak dış politika ilkeleri’ gündeme alınmalı, Orta Asya ülkeleri ile AB ilişkileri paralelinde Güney Kıbrıs Rum Yö­netimi ile temaslarının sınırları, karşılıklı anlayış temelinde belirlenmeli ve Türk Dev­letleri Topluluğu içinde KKTC’nin gözlemci ya da ortak üye statüsünün resmileştirilmesi yeniden gündeme alınmalı.

Peki bu durum Türkiye açısından ne ifade ediyor?

Her şeyden önce, KKTC’yi tanıyan tek ülke olan Türkiye’nin, Kıbrıs’ta yürüttüğü meş­ruiyet mücadelesi bu adımlarla ciddi şekilde zedeleniyor. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın da açıkça ifade ettiği gibi, bu adımla­rın Türk dünyası içindeki birlik ruhuna zarar verme riski var. ‘Hassas olunmalı’ çağrısı ya­pıldı ama şimdilik bir geri adım görünmüyor.

Kabul edelim ki Türk dünyasında artık ‘tek merkezden senkronize dış politika’ beklenti­si gerçekçi değil. Her ülkenin kendi stratejik ajandası var ve bu ajanda bazen Ankara’nın beklentileriyle örtüşmeyebiliyor. Ancak bu durumun diplomatik yöntemlerle yönetil­mesi, kriz alanına dönüşmeden kontrol al­tına alınması elzem.Türk Devletleri Teşki­latı’nın geleceği açısından da bu yaşananlar bir turnusol kağıdı görevi görüyor. Kurum, sadece ortak dil ve kültürle değil, ortak çıkar­lar etrafında da bir birlik oluşturmalı. Aksi takdirde, sembolik toplantılardan öteye git­meyen bir yapı olarak kalmaya mahkûm olur.

Türkiye açısından bu gelişme bir kırılma noktası değil ama önemli bir uyarıdır. KKT­C’nin tanınmasına dair uluslararası farkın­dalık artırılmalı, Türk Devletleri Topluluğu içinde ortak dış politika ilkeleri oluşturul­malı ve Orta Asya ülkeleriyle ilişkiler çok bo­yutlu ama samimi bir diplomatik diyalogla sürdürülebilir kılınmalıdır. Unutmamak ge­rekir ki jeopolitik dostluklar, ancak stratejik uyumla kalıcı olur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomide sil baştan 28 Mart 2025
İkinci sezonun fragmanı 14 Şubat 2025