Türk dünyasında tanıma krizi
Bayram sonrası yoğun bir trafiğin içerisinde bulduk kendimizi. Al-Farabi Üniversitesi tarafından düzenlenen uluslararası konferansın davetlisiydik. Döndüğümüzde uluslararası anlamda önemi giderek artan Antalya Diplomasi Formu bizleri karşıladı. Uluslararası konferansı bu hafta sonu gazetemizde detaylıca ele alacağım.
AB-Orta Asya zirvesi
Kazakistan’da bulunduğumuz sırada Özbekistan’da, ilk kez AB-Orta Asya Zirvesi düzenleniyordu. Zirveye AB adına Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa ile Avrupa Yatırım Bankası (EIB) Başkan Yardımcısı ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Başkanı katıldı. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan liderleri zirvede ülkelerini temsil ettiler.
Zirvenin ardından yayınlanan ortak bildiriyle iki taraf arasındaki ilişkiler “stratejik bir ortaklığa” yükseltildi. Bu ortaklığı ekonomik ilişkidir diye bakmak istesek de KKTC’yi tanımalarını beklediğimiz Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan›ın Rum yönetimini tanıyarak büyükelçi atamaları bizleri fazlasıyla düşünmeye sevk etti. Kazakistan’da sorduğum uzmanlar bu konuda fazla yorum yapmadılar. Bir söylem hem dikkat çekici hem de bu ülkelerin içerisinde bulunduğu durumu sergiler nitelikteydi; “AB buraya çok yatırım yapıyor.” Araştırınca bunun doğru olduğu görülüyor.
Zirve Sonuç Raporunun dördüncü maddesinde Devletler, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’nin 541(1983) ve 550 (1984) sayılı kararlarına bağlılıklarını imza altına alıyorlar. BMGK’nın 541 Sayılı kararı kısaca KKTC’nin ilanının geçersiz olduğunun kabulünü ve bütün ülkelerin Kıbrıs Cumhuriyeti›nden başka bir Kıbrıs devletinin tanımamasını içeriyor. BMGK’nın 550 Sayılı kararı ise Kıbrıs’taki Türkiye varlığını işgalci olarak tanımlarken yapılan karşılıklı “büyükelçi atamaları” ve “anayasal referandum”un ayrılıkçı hareketler olduğunu belirtiyor. Güvenlik Konseyi, 541 sayılı kararın uygulanması yeniden talep ediliyor ve tüm ülkelere KKTC’nin tanınmaması çağrısı yenileniyor. Kararda Türk Barış Harekâtı’nı kınayan ve Türk askerlerinin geri çekilmesini isteyen 365 ve 367 sayılı kararlar da yeniden teyit ediliyor. Görüldüğü gibi Kırgızistan ve Tacikistan Rum yönetimine henüz Büyükelçi atamadılar ama zirvenin sonuç bildirgesine diğer üç ülkeyle koydukları imzayla KKTC’yi tanımayacaklarını ve tüm adanın tek meşru hükümeti olarak Rum yönetimini tanıyacaklarını taahhüt ettiler. Dahası attıkları imzayla Adada Türkiye’yi işgalci kabul ettiler.
Bir taşla iki kuş
Türk Cumhuriyetleri bu tavrı salt 12 milyar avro için yaptığını ve Batı’ya yönelme ve alternatiflerini artırma çabası olduğunu düşünürsek Türkiye’nin 40 yıldır yürüttüğü Kıbrıs diplomasisi paraya karşılık veremedi sonucunu çıkarırız. Biz niye daha fazla yatırım yapmadık gibi kolaycı bir yaklaşımla karşı karşıya kalabiliriz. Ki bu bize bir şey kazandırmaz. Keza o zaman Türk Devletleri Teşkilatı’nın da anlamı kalmaz. Türkiye Türk Dilli Devletler yapılanmasından Türk Keneşine, oradan Türk Devletleri Teşkilatı’na uzanan süreçte büyük emek harcadı. Birçok vizyoner projeye öncülük etti. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs hassasiyetinin Türk Devletleri Teşkilatı Üyelerinde yeterince karşılık bulmadığı görülüyor. AB, Türkiye’nin Orta Asya’da artan jeopolitik öneminden rahatsızdı. Konu AB tarafından KKTC’nin sistemli biçimde yalnızlaştırılmasıdır. Bu politika ABD tarafından da desteklenecektir. AB Türk Cumhuriyetleri, ABD ise Orta Doğu ülkelerinde benzer bir politika izlemektedir. Türk Devletlerini bu işin bir parçası yapmak bir taşla iki kuş vurmak anlamı taşıyor. Böylece Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında bir çatlak oluşturma imkânı değerlendirilmiş oldu.
Neden susuyoruz?
Beni hayrete ve endişeye düşüren Türkiye’nin sessizliğidir.
Öncelikle Türk Devletleri Teşkilatı’na kadar yılların emeği boşa harcanmamalı. Farklı bir stratejiyle Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki nüfuzunu artırmanın temel yolunu ekonomi üzerine kurmalıdır. Türkiye; Türk Cumhuriyetlerine açık bir tavır almalı ve Azerbaycan-Türkiye birlikteliğinin Karabağ’da yarattığı uluslararası etkiyi hatırlatmalıdır. KKTC’nin tanınması konusunda kendi adına net bir tutum belirlemeli ve bunu tavizsiz uygulamalıdır. Gerektiği noktada KKTC ile özerk devlet anlaşması yapabileceğinin sinyalini vermelidir. Suskun kalmak mı? Ben Türk Dünyası için yaptığım tüm emeklerimden vazgeçtim. Kıbrıs konusunda da Anna Planı anlayışına geri dönüyorum demektir.