Türk dış ticareti ve küresel dinamikler

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

Küresel gelişmeler açısından bakıldığında dış ticaretimizdeki açığın önemli nedeni daralma gibi gözükmekle beraber, dış pazarlardaki bağımlılığın azaltılması ve yeni pazarlar bulmak yoluyla bu durum da elimine edilebilir.

Bu hafta açıklanan ikinci çeyrek büyümenin kompozisyonu dış ticaret açısından hiç iç açıcı değildi. Oysa Türkiye’de son yıllarda belki de en çok öncelik verilen kesimin ihracatçılar olduğunu biliyoruz.

Buna karşın gelinen noktada, çok da fazla bir yol alamamış olduğumuz görülmekte. Rakamsal açıdan bakıldığında ikinci çeyrekte net dış ticaretin büyümeyi -6,3 düzeyinde aşağıya çektiğini görüyoruz ki; milli hesaplarda ihracatın içinde hizmet başlığında yer alan turizm gelirlerine karşın, ithalatın artışı endişe verici nitelikte.

Açıkçası genel görünüm olarak incelediğimde üçüncü çeyrek sonuçları açısından dış ticaret dengesi noktasında çok umudum yok. Zira son gelen dış ticaret dengesinin temmuz ayında 12,2 milyar dolar açık verdiğini, açığın yıllık yüzde 14 artış kaydettiğini gördük.

Üçüncü çeyrekte sadece milli gelir hesabında turizmin ihracata katkı sağlayacak olması belki büyümeyi daha düşük oranla aşağıya çekmeye yardımcı olabilir ancak kompozisyon çok fazla değişiklik göstermeyecektir.

Ayrıca öncü göstergelerden ağustos ayı İSO İmalat PMI’ına baktığımızda da temmuz ayındaki daralmanın daha da derinleştiğini görebiliyoruz. Bu tabloya yol açan nedenleri öncelikle küresel tarafta:

-Yüksek enflasyona bağlı sıkı para politikasının devam etmesi

-Bir buçuk yılı aşkın süreçte küresel ekonomide başta düşük faizli dönem olmak üzere özellikle küreselleşme konusunda bir takım ezberlerin bozulmuş olması

-Küreselleşmeden tam bir çıkış söz konusu olmasa da bölgesel bazda parçalanmaların ticareti yoğun bir biçimde etkilemesi

- Ticarette yoğun kutuplaşmaolarak sıralayabiliriz.

Ticarette kutuplaşmanın ne boyuta geldiği ile ilgili; IMF’in bloğunda yer alan bir makalede, son yıllarda büyük bir hızla artan ve her yıl uygulamaya konulan ticari kısıtların 2019’dan bu yana üç katına çıkarak, geçtiğimiz yıl 3 bine çıktığı belirtiliyor. Elbette bu yoğun artışta savaştaki Rusya’yla son yıllarda teknolojik bir dönüşüm geçiren Çin’in başı çektiğini söylemem şaşırtıcı gelmeyecektir…

Yazıda bu kısıtların dünya ticaretine vereceği zararın uzun vadede ekonomik çıktının yüzde 7’sine yani Almanya ve Fransa ekonomilerinin toplamına kadar varacağı da ifade ediliyor.

Öyleyse ticaretteki kutuplaşma artık küreselleşmeyi sorgulatacak boyutlara gelmiş durumda demektir ki; bu duruma zorlaşan ve pahalılaşan finansman koşulları da eklendiğinde dünya ticaretinin risk altında olduğunu çok net söyleyebiliriz. Türkiye açısından yine dış koşulları değerlendirmeye devam edecek olursam; tedarik zincirlerinin ve özellikle lojistik maliyetlerinin normalleşmesi, ülkemizin aleyhine olurken; Çin ve Rusya’ya ilişkin Batı’nın bozulan ticari ilişkileri de bir avantaj olarak düşünülebilir. Yani bu kötümser tablo bir açıdan lehimize çevrilebilir.

Diğer taraftan en büyük ticari partnerimiz olan Avrupa ülkelerindeki durgunluk, dış talepteki daralmayı beraberinde getirmekte, yine Euro Bölgesindeki olumsuz ekonomik koşulların euro üzerinde yarattığı baskı nedeniyle de gelir kaybımız oluşmaktadır.

Küresel gelişmeler açısından değerlendirdiğimizde dış ticaretimizdeki açığın önemli nedeni daralma gibi gözükmekle beraber, dış pazarlardaki bağımlılığın azaltılması ve yeni pazarlar bulmak yoluyla bu durum da elimine edilebilir. Üstüne üstlük küresel ayrışma yukarıda da değindiğim gibi bu konuda bir avantaj sağlayabilir.

Ancak dış ticaret açığımızın kendine has ve yapısal nedenleri olduğu gerçeğini göz ardı da etmemek lazım. Dolayısıyla sadece küreseldeki ayrışmayı lehimize çevirerek bu sorunun çözülebileceğini düşündürmek yanıltıcı olacaktır. Açığı bir de iç dinamikler açısından irdeleyecek olursam:

-Açığın birincil nedeni bana göre davranışsal, makroekonomik istikrara yönelik endişeler reel kesimin karlarının önemli bölümünü faaliyet dışı alanlarda getiri sağlamak adına kullanmalarına neden oldu. Daha da açmam gerekirse çok yüksek kârlılıkla faaliyet gösteren kurumların önemli bölümü bu işletme artığını yatırıma ve kapasite artışına yönlendirmek yerine faaliyet dışı yatırım enstrümanlarında değerlendirmeyi tercih eder oldular.

-İkincil olarak herkesin az çok bildiği enerji başta olmak üzere ancak önemli ölçüde ara malına da dayalı bir ithal bağımlılığıdır ki; bu konuda enerji bağlamında yapılan çalışmaları izlemekle beraber diğer çalışmalarla ilgili ayrıntılı bilgiye bu hafta açıklanacak OVP ile sahip olacağız.

-Diğer bir neden aslında ithal bağımlılığını da barındıran verimsiz üretim yöntemleridir. Bu tür üretim genellikle emek yoğun ve katma değeri düşük olarak ifade edilir ve yükte ağır pahada hafif yani ucuz ve son derece fiyat rekabetine dayalı üretimi kasteder ki işte en önemli sorunumuz da bir türlü bu üretim biçiminde teknolojik ya da markasal bir dönüşümü gerçekleştiremiyor oluşumuzdur.

Tüm bu konulara bir de ekonomi politiği ilgilendiren açıdan bakacak olursam; karşımıza serbest ticaret anlaşmaları (STA) ve Gümrük Birliği çıkmakta! Yukarıda saydığım tüm dışsal ve içsel etmenler birbiri içine geçmiş ya da birbirini tetikleyen unsurlardır.

Ancak bana göre dış ticaretteki rekabeti etkileyen en önemli faktör son yıllarda adeta bir polemik konusu haline getirilen reel efektif döviz kuru yani değerli TL değil, tam tersine bu durumun gerek makroekonomik koşullar gerekse de ekonomi politiğin bir parçası olan Gümrük Birliği adı altındaki bir tür hukuki ablukadan meydana gelmiş sonuç olduğudur.

Endüstrilerdeki dönüşüm zamanla Avrupa’nın Merkantilizmi hatırlatır biçimde işine gelenle STA’lar yapmasına olanak verdi. AB ülkeleri toplamda 76 ülke ile STA yaptı. Türkiye için bu sayı yalnızca 24 ülkede kalmış durumda. Ayrıca AB, Türkiye’nin yeni anlaşmalar yapmasını da Gümrük Birliği’nin demode hale gelmiş hükümleriyle kısıtlıyor.

Anlaşmayı yenilemek için yapılan başvuru ise yıllardır gündeme gelemiyor. İsveç’in NATO üyeliği sırasında bu kazanımı sağlayabiliriz diye ümit etmek istiyorum. Çünkü bu STA’ları yapamamak demek vergi ve diğer maliyetleriyle ciddi handikap anlamına geliyor.

Özetle Türk dış ticaretinin Gümrük Birliği’nin güncellenmesi dışında küreselden aldığı negatif etkiler bir avantaja dahi dönüşebilecekken bu durumun önündeki en önemli engelin üretimindeki yapısal bozukluk olduğu görülüyor. Bu sorunun halledilmesi ise makro ekonomik istikrara kavuşulma süresinden bile daha uzun soluklu olup, uzun vadeli plan ve programları gerektirmektedir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar