Türk-Alman işbirliklerinde patlama yaşanıyor
Alman Hristiyan Demokrat Partisi'nin Ekonomi Meclisi (Wirtschaftsrat der C.D.U.), Almanya çapında organize olmuş, girişimci bir meslek derneği.
1963 yılında kurulan Ekonomi Meclisi'nin yaklaşık 12 bin üyesi bulunuyor. Dernek, Ludwig Erhard'ın Sosyal Pazar Ekonomisi bağlamında ekonomik ve sosyal politikaların şekillendirilmesi için bir platform sağlıyor. Meclis, temelde, girişimci ekonominin menfaatlerini temsil ediyor.
Türkiye ile Almanya arasında geçmişi uzun yıllara dayanan yoğun ekonomik işbirliği sebebiyle, bir süre önce Meclis bünyesinde özel bir kurul oluşturmaya karar verildi.
Başkanlığını eski Bakan ve Milletvekili olan Aygül Özkan'ın yürüttüğü ve amacı iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri güçlendirmek olan yeni Çalışma Grubu'na, ülkeler arasındaki bu dinamik ortaklığın gelişmesine destek olmak üzere, Dr. Mehmet Köksal "özel yetkili" olarak atandı.
Mehmet Köksal, Ekonomi Meclisi ve Çalışma Grubu'nun üyesi olarak, iç çalışmaları destekleyecek ve Çalışma Grubu'nun Türkiye'den ilgili şirketlerle işbirliğini artırmayı sağlayacak çalışmaları yönetecek.
Ailesinde dördüncü nesil hukukçu olan Avukat Dr. Mehmet Köksal, Alman-Türk ekonomik ilişkilerini yakından tanıyan bir uzman.
Dr. Köksal'ın kurucuları arasında yer aldığı Köksal Avukatlık Ortaklığı hem yerel hem de global ölçekte hizmet veriyor. Dr. Köksal'ın hem İstanbul'da hem de Münih'te ofisleri bulunuyor.
Köksal ile, farklı kültürlerin hukuk sistemlerini nasıl etkilediğini; Türk-Alman ilişkilerini; Çalışma Grubu Özel Yetkilisi olarak, geleceğe dönük hedeflerini konuştuk. İşte yorumları:
Hukukçular eksik donanımla mezun oluyor
Farklı farklı ülkelerden farklı anlayışlardaki müvekkillere hizmet verirken en önemli husus, müvekkil tarafından anlaşılır olmaktır. Anlaşılır olmak aynı dili konuşuyor olmakla başlayıp, ne düşündüğünü anlamaya ve arzu ettiği kalitede hizmet vermeye kadar uzanır. O halde, sadece bir yabancı dile hakim olmak yetmemekte, konuya hakim olmak ve mantaliteyi anlamak da zorunlu olmaktadır. Biz de ekibimizi oluştururken, sadece yabancı dili iyi bilen değil, çeşitli değişim programlarıyla yurt dışında kalmış, eğitiminin bir bölümünü orada almış ve hizmet sunduğu insanın yaşam tarzını öğrenmiş kişilerden oluşturduk.
Bu farklılığı oluştururken karşılaştığımız en büyük zorluk insan kaynağı. Maalesef açılmış bulunan 100'den fazla hukuk fakültesinde, yeterli donanımı sağlayacak öğretimi veren akademisyen sayısı az. Hukukçular eksik donanım ve bilgi ile mezun oluyorlar. Hukuk fakültelerine yatırım yapmak ve daha fazla öğretim üyesi yetiştirmek zorundayız."
Almanya-Türkiye arasında işbirliği patlaması
"Türk Alman Çalışma Grubu Ekonomi Meclisi bünyesinde yeni kuruldu. İlk toplantısını 18 Ağustos tarihinde gerçekleştirdi. Grubun Başkanlığını eski Bakan ve Milletvekili Aygül Özkan yapıyor. Ekonomi Meclisi Almanya’nın Türkiye ile ekonomik ilişkilerine çok önem veriyor. Türk iş adamlarına vize kolaylığı veya serbestliği, enerji, banka ve finans konuları önde gelen gündem maddeleri arasında. İlk toplantıda genel konular yanı sıra, Türk işadamlarına uygulanan vize sorunu konuşuldu.
Almanya ile Türkiye arasında özellikle son yıllarda bir işbirliği patlaması yaşanıyor. Bundan beş sene evvel Türkiye'deki Alman firmalarının sayısı bin 500'ler civarında iken, son beş yıldaki ilişkiler bu sayıyı 5 binin üzerine çıkardı. Yıllar öncesinden tanıdığımız bildiğimiz, otomobil ve kimya sektörünün yanında, birçok hizmet sektörü de Türkiye'ye giriş yaptı: Çağrı merkezleri, telekomünikasyon hizmetlerini bunlara örnek olarak verebiliriz. Ancak, bankacılık alanında ve özellikle de enerji alanındaki yatırımların da son yıllarda yeri hatırı sayılır nicelikte. Enerji yatırımlarının, yenilenebilir enerji alanları da dahil olmak üzere artacağı öngörülüyor."
Almanya'daki Türklerin entegrasyon sorunu
"Almanya'da yaşayan Türk nüfusa yönelik olarak yapılması gereken en önemli iş, ki bunu maalesef 50 yıl sonra halen dile getirmek zorunda kalıyoruz, entegrasyonun tamamlanması olacaktır. Orada yaşayan Türklerin Alman toplumuna entegre olması demek, o toplumun dilini konuşması ve değer yargılarını kabul edip, o değer yargılarına göre yaşam biçimini belirlemesi demektir. Yoksa, hiçbir zaman asimilasyon veya kendi kültüründen ödün vermek olarak algılanmamalıdır. Maalesef yıllarca, Türkiye tarafından entegrasyon asimilasyon şeklinde anlaşıldı ve desteklenmedi. Almanya tarafından da bu konu ciddi olarak ele alınmadı. Bu nedenledir ki, biz halen entegrasyondan bahsetmek zorunda kalıyoruz. Oradaki Türk toplumunun şikayetlerinin temelinde de bence topluma entegre olamamak yatıyor. Şikayetlerin çoğu, kendilerine halen yabancı muamelesi yapılmasından kaynaklanıyor. Entegrasyonun yolu, Almancayı çok iyi öğrenmekten ve demokratik, özgürlükçü insan haklarına dayalı değer yargılarını kabul etmekten geçer. Türkiye Cumhuriyeti'nin Almanya'da yaşayan Türklere bunları kabul etmenin kendi özlerine zarar vermeyeceğini öğretmesi yükümlülüğü var. Bugüne kadar layıkıyla yerine getirilememiş bu yükümlülüğün bundan sonra yerine getirileceğine olan inancımı kaybetmek istemiyorum."
Başörtü serbestisinin yargıda uygulanmaması
"Türkiye Cumhuriyetinin Kanunları genel olarak modern hukuk düzenlerine uygundur. Her şeyden önce laik bir hukuk düzenine sahibiz. Bu ilkeden yani dini kuralların ve değerlerin kanunlara yansıyarak kural oluşturmaması sisteminden ayrıldığınız zaman hemen sorunlar başlamaktadır. Toplumları bir arada tutan en önemli konsensüs, toplumun adaletli olacağına inançtır, güvendir. Bu inanç ve güven sarsıldığında, toplum düzeni de bozulur. Bu nedenle adil bir hukuk sisteminde açılacak en büyük yara, yargının siyasallaştırılması ve hukuktan uzaklaştırılması olacaktır. O nedenle, örneğin açıklanan son demokratikleşme paketinde, başörtü serbestisinin yargıda uygulanmayacağı hususu çok yerindedir. Her demokratik hukuk devleti olan ülkede, yargıçlar, yargılama faaliyeti sürdürürken kendi benliklerinden kurtulup ilahi bir benliğe, herkese eşit mesafede duran bir kişiliğe bürünürler. İngiltere'de yargıçların peruk takmalarının sebebi, o kişinin artık normal hayattaki kişi olmadığının işaretidir. Eğer bir inanışa mensup kişi, o inanışının işareti olan bir giysi ile yargılama faaliyetini sürdürmeye kalkarsa, yargıladığı ve o inanıştan olmayan diğer kişiye karşı tarafsız olamayacağı düşüncesiyle reddedilme hakkı verir. Bu da yargıyı hem siyasallaştırmış hem de taraf yapmış olacaktır ki, kabul edilmesi mümkün değildir."