Tünelin ucunda henüz ışık yok!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Yaklaşık 25 senedir ekonomiyi yakından takip ediyorum. Hafızamı yokladım, bu son 25 senede tüm makro ekonomik verilerin peş peşe bu kadar menfi geldiği bir dönemi anımsayamadım. (2001 bankacılık krizi ve 2008 küresel krizinde büyümemiz sekteye uğramış olsa bile gene de bir kaç iyi veri söz konusuydu.) Aslında herkes ekonomideki gelişmelerin farkında. Ama alt alta yazınca durumun vahameti iyice ortaya çıkıyor.

KURLAR: Döviz kurları deyim yerindeyse, aldı başını gidiyor. Burada, hiç kimse “Ama efendim, Trump sonrası gelişen ülke paralarında satış oluştu, biz de nasibimizi alıyoruz” demesin. Gelişen ülkelerde satış baskısı hissedilmeye başlanan ağustos ayının ortasından beri TL’nin dolar karşısındaki kaybı yüzde 14’e yaklaştı. Aynı dönemde gelişen piyasa kurları endeksindeki azalış ise yüzde 7 civarında. Demek ki TL’nin zayıflamasında başka dinamikler de etkili olmakta. Ayrıca, hem mevduat, hem de krediler tarafında oldukça yüksek oranda ‘dolarize’ olan Türkiye’yi kur artışları diğer gelişen ülkelere göre daha menfi etkilemekte.

ENFLASYON: TL’deki kaybın kalıcı olması durumunda, bunun enflasyona etkisi de kaçınılmaz olacak (hele bir de tüketim suni yollarla artırılmaya çalışılırsa). Türkiye ekonomisinde enflasyonun uzun vadeli trendini yüzde 7.5 olarak alırsak, kur artışları enflasyonu yüzde 9 seviyesine yaklaştıracaktır. Neyse ki ekonomik aktivitede süregelen zayıflık enflasyonun daha da fırlayıp gitmesini engelliyor. Ancak, bir stagflasyon (durgunluk içinde enflasyon) döneminden geçmemiz kaçınılmaz.

CARİ AÇIK: Zaten son senelerde dünya ticareti zayıf seyrediyor. Bizim ise bu sene Rusya krizi ve terör nedeniyle turizm ve ihracattan ek döviz kaybımız 15 milyar dolara kadar çıkacak. Özellikle turizmin önemli bir istihdam sağladığı ve net döviz girdi oranının çok yüksek olduğu dikkate alınırsa, ciddi bir kayıptan söz ediyoruz. Maalesef ki, bu kayıplar 2017 yılında da tam olarak telafi edilemeyecek gibi gözüküyor. Öte yandan bazıları cari açığın milli gelire oranı çok yüksek olmadığı için fazla riskli bir durum olmadığını iddia ediyor. Ancak, son gelen rakamlar da gösteriyor ki, cari açık yıllık bazda her ay 1.5 milyar dolar kadar büyümekte. Bu da bu sene açığın 35 milyar dolar civarında, milli hasılanın yaklaşık yüzde 5’i kadar olacağını gösteriyor. Bu sene büyüme ise yüzde 2 civarında gerçekleşecek. Bu büyüme oranına göre açık fazlasıyla yüksek.

BÜTÇE AÇIĞI: Zayıf seyreden ekonomik aktivite karşısında bütçe açığının artmaması imkansız. Açıkçası bugüne kadarki bütçe performansı beklediğimden daha iyi. Zor günlerde bizim bütçeyi kurtaran ithalden alınan KDV ve akaryakıt ÖTV’leri olmuştur. Kurlar arttığı zaman bu vergilerden sağlanan tahsilat azalmaz, aksine artar. Ancak, ekonomideki yavaşlama ister istemez toplam vergi gelirlerini gene de menfi şekilde etkiliyor. Ayrıca, özelleştirme gibi vergi-dışı gelirler için zamanlama ve satılacak varlıklar açısından fazla bir imkan olmaması da, bütçenin önümüzdeki dönemdeki performansı hakkında soru işaretleri oluşturuyor. Asayiş ve askeri operasyonlar ile ilgili harcamalar da bütçeye yük getirecektir. Bu şartlar altında maliye politikasının ekonomiye ivme kazandırma imkanı çok kısıtlı.

İSTİHDAM: Son gelen işsizlik rakamları sürpriz sayılmamalı. Ekonomideki yavaşlamayla birlikte artış bekleniyordu. Ancak, asgari ücret artışı, mülteci akını ve de turizm sektöründeki gerileme işsizlik oranını beklenenin de ötesine taşıyor. Ağustos’ta yüzde 11.3 olan işsizlik oranı küresel krizden beri en yüksek oran ve sonraki aylarda daha da artması kaçınılmaz. İşsizliğin artması, aynı zamanda ekonomide toplam tüketimin azalması ve milli gelirin artışının da yavaşlaması anlamına geliyor.

BÜYÜME: 3. çeyrek sanayi üretimi geçen senenin aynı dönemine göre %3.2 gerilemiş durumda. Milli hasıla ile sanayi üretimi arasında çok yakın bir korelasyon söz konusu. Sanayi üretiminde bu gerileme sonucunda 3. çeyrekte GSYH da %0.8 kadar azalacak. Milli gelirde azalma olmaması için sanayi dışındaki inşaat ve perakende ticaret gibi sektörlerde yüksek bir pozitif büyüme görülmesi gerekiyor ki, sektörel güven endeksleri 3. çeyrekte böyle bir durumun olmadığına işaret ediyor. TL kredi hacminde de eylül başından beri belirgin bir duraklama görülüyor. Bu şartlar altında bu sene büyüme %2’ler civarında gerçekleşecek. (Daha geçen ayki OVP’de 2016 büyüme tahmini %3.2 idi!)

Peki, bu kötü gidişattan nasıl çıkılır? Öncelikle, bugün yaşadığımız durumun konjonktürel ve zaman içinde yeniden dengeye gelecek geçici bir durum olmadığını saptayalım. Bugün yaşadığımız durum ekonomi yönetiminin aktif olarak müdahalesini gerektiren bir durum. Aynı zamanda, bu durumun salt ekonomik değil, iç ve dış siyasetten kaynaklanan yönleri de var. O noktada da lafı hiç yuvarlamadan şunu söylemeliyim: Türkiye son yıllarda iyice erozyona uğramış bulunan 'güvenilir müttefik' algısını yeniden tesis ederek ABD ve AB ile ilişkilerini kalıcı bir şekilde düzeltmeden bu kötü gidişata son veremez. (Ne Rusya, ne de Saudi Arabistan ve/veya Katar Türkiye için asla ve kat’a bir alternatif olamazlar.) İşin diğer bir (endişe verici) boyutu ise yürütme erkindeki bir kısım zevatın bugün ekonominin maruz kaldığı durumun ciddiyetini anlama noktasındaki zaafiyetleri. Hâlâ başkanlık tartışmaları, Orta Doğu’ya müdahil olma arzusu, faizleri piyasa-dışı yollarla düşürme planları ve (AB ile ipleri tümden koparacak olan) idam cezasının tesisi gibi konularla vakit kaybetmeye devam ediyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019