Tünelin sonunda ışık göründü mü?
Son haftalarda Türkiye'nin jeopolitik kaderi biraz daha olumluya dönmüş görünüyor. Önce Almanya ile patlama noktasına gelen ilişkiler biraz sakinleşirken, ardından Rusya ile Idlib'de katliamı önüne geçecek bir anlaşmaya varıldı. Akabinde Rahip Brunson'un serbest bırakılması ABD ve Türkiye arasındaki tansiyonun düşmesini sağladı. Son olarak Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi konusunda Türkiye'nin sergilediği tavır, olayın çözümüne ilişkin olarak gösterdiği işbirliği çabası uluslararası toplum tarafından takdir topladı. Acaba bunlar Türkiye'nin yaşadığı jeopolitik sıkıntılarda sona gelindiğine mi işaret ediyor?
Son haftalarda Türkiye'nin dış politika alanında kaydettiği gelişmelerin satır başlarını paylaşalım...
Rakiplerinin yanında müttefikleri bile son zamanlarda ülkemizi daha az güvenilir bir ortak olarak görmeye başlamışlardı. Hatta bazı ülkeler daha da ileri giderek, Türkiye'nin Ortadoğu’da ve diğer bölgelerde barışın sağlanması için verdiği destek ve katkıya duyulan ihtiyacı azaltacak düzenlemeler geliştirmeye yönelik planlar geliştirmeye girişmişlerdi. Bu denklemde ABD'nin hem Suriye'deki varlığını sürdürme hem de İran'ı kontrol altında tutabilme stratejisinin merkezine yerleştirdiği Suudi Arabistan kritik önemdeydi. Ancak Suudi Arabistan'ın son vukuatı bu kritik müttefikin zaaflarını açıkça ortaya koydu. Bir tarafta, uluslararası oyunun kurallarını ihlal etmek isteyen ve yaptıklarının nasıl sonuçlanabileceğini değerlendirmekten aciz, ne yapacağı kestirilemeyen bir liderin yönetimindeki Suudi Arabistan var. Diğer yanda ise karşısındaki sorunları aşmakta zorlanan ve iktidarını sürdürmek için otoriter önlemlere başvuran bir lidere sahip diğer anahtar ülke olan Mısır bulunuyor. Her iki toplumda da siyasi sistem, değişim taleplerini yönetme yeteneğinden yoksun.
Olanlara bu açıdan bakacak olursak, son yıllarda müttefikleri için yarattığı sorunlara karşın Türkiye'nin düzeni yerleşik ve kurumsallaşması sağlam bir devlet olduğu yadsınamaz. Türkiye taahhütlerini de yerine getirebilecek kabiliyete sahip bir ülke. Ayrıca rejim, değişim taleplerini yönetmekte başarısızlık nedeniyle aniden devrilme tehlikesiyle karşı karşıya değil. Dolayısıyla, birdenbire Türkiye’ye farklı bir gözle bakılmaya başlandı. Ancak sorun yaratacak başka boyut var: Sayın Cumhurbaşkanı'nın uluslararası politikada kullandığı üslup son derece 'kışkırtıcı'. Sık sık politika geliştirilmesinden ve uygulanmasından sorumlu kurumlara danışmadan dış politika demeçleri veriyor ve bunu yaparken de gayet sert bir dil kullanıyor. Buna karşılık Kaşıkçı davasında eleştirilerinin dozunu yumuşattı, yorumlarına ihtiyat hakim oldu. Devlet kurumlarından bilgi ve görüş alarak konuştu. Sonuçta 'Kaşıkçı' politikası çok iyi yönetildi. Belki de bu olay herkese siyasetin kurumsal bir çerçevede yürütülmesinin (devlet kurumlarına danışarak ve kontrolsüz bir dil kullanmayarak) çok daha iyi bir yol olduğunu göstermiştir. İyi tanımlanmış siyasi hedefler doğrultusunda kararlı bir şekilde yürümek büyük bir önem taşırken, kullandığınız dil ve eylemlerinizde sabırlı ve kontrollü davranmak da bir o kadar önemlidir.
Türkiye'nin İdlib krizini ele alış biçimi de saygı görüyor sanırım. Bunun uluslararası imajımıza etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Göründüğü kadarıyla, Türkiye ile Rusya’nın İdlib konusunda vardığı mutabakat işliyor. Türkiye, üzerinde anlaşmaya varılmış kurallar çerçevesinde taahhütlerini yerine getiriyor. Verilen takvime de uyuyor. Henüz İdlib'deki durumu tam olarak değerlendirme imkanından mahrumuz. Hala yanıt bekleyen sorular var. Ancak verilen sözleri tutmak, sert çatışmalardan kaçınmak ve daha barışçıl yöntemlerle hedeflerine ulaşmak için çaba sarf eden Türkiye, bunu sağlayabildiğini ve taahhütleri yerine getirip uygulayabildiğini kanıtlamıştır.
Fakat hala riskler var. Bunlardan bahsedebilir miyiz?
Elbette. Suriye'yi ele alalım. İdlib'deki durumun nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz. Nitekim İdlib ile ilgili anlaşmanın esas amacı Suriye silahlı kuvvetlerinin eylemlerinden dolayı kan dökülmesini engellemekti. Ancak hala Suriye'nin nihai statüsü konusunda bir anlaşmaya varılması gerekiyor. Fırat nehrinin doğusuna ne yapılması gerektiği konusunda da tartışma yaşanıyor. Türkiye ile ABD arasında büyük anlaşmazlıklar sürüyor, ancak sorunları yaygınlaştırmamak ve tırmandırmamak için taraflar yoğun çaba sarf ediyorlar.
İran'la ilişkiler bir diğer sorun. Türkiye barışçıl bir çözüm taraftarı ve Tahran'ın bazı özlemlerine olumlu yaklaşılması gerektiğinin farkında. ABD ise olaylara farklı bakıyor. Askeri seçeneğin masada olmasının yanında, yakında yürürlüğe girecek ambargo kararı var. Türkiye dahil olmak üzere dünyanın geri kalanının bu meseleyle ilgili olarak ABD ile uzlaşma sağlamak konusunda sorunlar yaşanılması kaçınılmaz. Türkiye'ye petrol ve doğal gaz için muafiyet tanınması gerekiyor.
Arap Yarımadası'ndaki istikrarsızlıklar da gündemi meşgul ediyor. Kaşıkçı olayı Türkiye ve Suudi Arabistan'a yeniden ilişkilerini canlandırma fırsatı sağladı ancak Ortadoğu'daki siyasi değişim talep eden güçlere ne tür cevap verileceğine ilişkin olarak Katar bağlantılı sorunlar süregeliyor: Bunlar bastırılmalı mı yoksa uzlaşma yoluna mı gidilmeli? Suudi rejiminin güttüğü hedefler ile Türkiye ve Katar'ın vizyonu çok farklı. Burada sorulacak soru şu: Suudiler düşüncelerini değiştirebilecekler mi? Bunu yapacaklarından şüpheliyim çünkü zihniyetleri esneklikten yoksun. Arka plandaki sorunlar devam ediyor, fakat en azından onları kontrol altında tutmak ve yeniden alevlenmesini engellemek için ortada bir çaba var.
Türk ekonomisinin kırılgan olduğu bir dönemde tüm bunların önemi de artıyor, değil mi?
Türkiye ekonomisinin desteklenmeye ihtiyacı olduğu aşikar, ancak çözülmesi gereken sorunların tümü dış politikadan kaynaklanmıyor. Şüphesiz, Türkiye'nin Ortadoğu'da barış inşa etmeyi hedeflemesi ülkenin imajına olumlu yansıyacak ve yabancı yatırımlar açısından ülkenin cazibesini artıracaktır. Fakat yatırımcıların dikkate aldığı başka unsurlar da olduğu unutulmamalıdır. Şu anda, uluslararası standartlara göre değerlendirildiğinde, Türkiye yeterince demokratik bulunmuyor. Bunun yanı sıra, ülkede hukukun üstünlüğü yeterince hakim olmadığı değerlendiriliyor. Bu iki sorun çözülmediği sürece, ekonomi umulduğu kadar iyi performans göstermeyebilir. Mevcut şartlar, Türkiye'nin imajının daha olumlu bir yöne kaymasına yardımcı olmasına rağmen, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında gerçekleştirilecek adımların, dış politikadaki değişikliklere eşlik etmesi gereklidir.