Tüketim toplumunun gölgesinde ekolojik okuryazarlık

Burak Tayiz
Burak Tayiz Yeşil Odak

İnsanlık, kendi tarihi boyunca hiç olmadığı kadar büyük bir krizle karşı karşıya. Üstelik bu kriz zinciri günbegün daha karmaşık hâle gelirken ulusal toplum ve küresel hafıza aynı ezberleri tekrarlayıp duruyor. 

Bugün yeryüzünün bir kısmı nükleer korkularla yoğrulurken, bir diğer bölümü inanç savaşlarına esir düşüyor. Ekonomik kârlar, yaşamın aslını aşan bir amaç haline geldi ve bu düşünce biçimiyle hareket eden 7,8 milyarı aşkın insan, aslında  kendi kendisini tehdit eden bir unsura dönüştü.    İşte tam bu noktada  ekolojik okuryazarlık belki de kurtuluşumuzun kodlarına gizlenmiş en büyük hazine…

Gezegenimizde yaşam desteği sistemlerinin birbiriyle etkileşimini anlamlandırmanın ise esas yolu… Ekolojik okuryazarlığın bu bağlayıcı rolünü  tesis etmek,  toplum nezdinde tabana yayılmasını sağlamak belki de 21. yüzyılın en büyük meydan okuması ve en önemli mücadelesi olacak. 

IPCC’nin İklim Değişikliği  6. Değerlendirme Raporu’na göre bugün  Dünya nüfusunun  yüzde  10’u kritik seviyede su sıkıntısının görüldüğü ülkelerde yaşıyor.  Dünya üzerinde en az 3 milyar insan, kaliteli ve güvenli su  konusunda endişeler taşıyor.  2030 yılına  kadar ise 1,6 milyar insanın güvenli içme suyuna erişimi olmayacağı öngörülüyor. Dünya çapında 800 milyondan fazla insan, günlük geliri 1,25 dolardan az olan bir bütçeyle yaşam mücadelesi veriyor.  795 milyon insan  yeterli beslenme imkânından yoksun.

90 milyondan  fazla  çocuk, gereken vücut ağırlığı seviyesinin  tehlikeli derecede altında.  Afrika’da her  4  insandan  1’i  açlıkla mücadele ederken ülkemizde üretilen 123 milyonluk günlük ekmeğin 6,1 milyonu israf ediliyor. Tüm bu kritik manzaralar tüketici davranışlarının değişmesi açısından ekolojik okuryazarlığın tabana yayılmasının önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Ancak söz konusu yayılmanın önündeki  en büyük engel soyuttan somuta geçişteki psikolojik mesafe… Gittikçe büyüyen doğadan kopuşun, insanın çevreye olan ilgisinin azalmasında ne kadar payı olduğunun tam bir tespiti yapılamasa da doğadan uzaklaşmanın etkileri yadsınamaz bir ölçekte. Ekolojik okuryazarlık yalnızca ekoloji bilimi olarak algılandığında ahlaki ve vicdani meselelere temas etmez. Ancak çevre eğitimi içerisinde daha geniş bir bağlamda ele alındığında kişisel sorumluluklar ve sosyal eşitlik meseleleri de kaçınılmaz olur.

Çünkü doğanın dilini anlamak için sadece birkaç bilim insanının omuzlarına yüklenmek yeterli ve rasyonel değil, aksine toplumun her kademesine temas etmeyi gerektiriyor.  İnsanlık,  tüketim etkilerinin son derece büyük bir ivmeyle hızlandığı kritik bir dönemdeyken medeniyetimizin varlığı, adeta Nuh’un gemisi gibi alabora olma riskiyle karşı karşıya. Tüketim hızımızın yaydığı dalgalar karşısında  karaya ulaşmak için ekolojik okuryazarlığın geliştirilmesi  büyük bir önem taşıyor. 

Hükümetler, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve eğitim kurumları ise bu çabada taşınacak devasa bir yükümlülüğü omuzlamak  zaruretinde. Ekolojik bilgiyi davranış ve uygulama odağında tüketim alışkanlıklarımıza yeniden entegre etmek, ortak geleceğimiz önündeki riskleri büyük ölçüde azaltacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar