Tüketicinin korunması hukuki rejimi iyi kurumsal yönetimi teşvik ediyor mu?
Dr. Hasan Fehmi Erdoğmuş - LL.M.
Musa Kurt - LL.M. Iowa Üniversitesi Karşılaştırmalı Hukuk Doktora Öğrencisi
Türk tüketicinin korunması hukuk uygulamaları şirketleri daha iyi bir kurumsal yönetime teşvik edecek yeterliliğe sahip değildir. Bunun temel sebebi ise tüketicinin korunması uygulamalarının iyi şirket/yönetim ile kötü şirket/yönetim arasında yeterli bir ayırt ediciliğinin olmamasıdır. Burada iki temel hususun böyle bir sebebe sonuç verdiği söylenebilir: Türk tüketicinin korunması hukukunun temel yapısı ve uygulamalarındaki problemler.
Konunun özünü açıklamaya geçmeden belirtmemiz gerekir ki bu yazıda tüketici hukukunun iyi bir kurumsal yönetime teşvik edip etmemesi gerekliliği sorununu ve -daha akademik bir husus olarak- tüketici hukukundan doğan davaların pratikte kurumsal yönetim üzerindeki etki derecesini tartışmayacağız zira bu konular ayrı olarak incelenmesi gereken hususlardır.
Tüketicinin korunması hukukunun iyi kurumsal yönetime şirketleri teşvik etmemesinin ilk ve en önemli nedeni Avrupa Birliği merkezli bir tüketici hukuk anlayışının temel alınmasıdır. Bu sistemde tüketicileri bir araya gelip toplu bir şekilde haklarını aramalarını teşvik etmekten ziyade bireysel manada hak arama öngörülmüştür. Türk hukuku bu sistemi 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Kanunu, tüketici hakem heyetleri ve tüketici mahkemeleri çerçevesinde hayata geçirmiştir. Daha çok bireysel temelde hak aramayı teşvik eden bu sistem, tüketiciyi küçük meblağlara karşı hak arama yoluna özendirmemekte ve -dolaysıyla- söz konusu şirketlerin hukuka aykırı uygulamalarını bir an önce kaldırmasına teşvik etmemektedir. Diğer bir ifade ile tüketicilere karşı hukuka aykırı uygulamalarda bulunan şirketler, bu uygulamalarından dolayı elde etmiş oldukları karları, tüketici hukukunun uygulanması kapsamında doğan masraflardan daha fazla olduğu için hukuka aykırı uygulamalarını kaldırmamaktadırlar. Buna ilişkin önemli bir örnek bankaların uzun yıllar uygulamış oldukları kart aidatlarıdır.
Buradaki problemin kurumsal yönetime bakan yönü ise şu şekildedir: Söz konusu tüketici hukuku uygulamaları, şirketler üzerinde ekonomik manada yeterli bir caydırıcılığa neden olmadığından ötürü şeffaf ve hesap verebilir bir kurumsal yönetime sahip olmayı da özendirmemektedir. Diğer bir ifadeyle, işini hukuk kurallarına uygun bir şekilde yapan şirket yönetimlerini diğerlerinden ayırmamaktadır ve böylece hukuka aykırı uygulamalarda bulunan şirket yönetimleri üzerinde herhangi bir baskı oluşmamaktadır. Alman araba üreticisi Volkswagen’in son zamanlarda meydana gelen yönetimindeki değişiklikler bu açıdan güzel bir örnektir. Dizel arabalardaki karbondioksit emisyonu skandalı ardından şirket büyük bir güven ve kazanç kaybına uğramış ve üst düzey yöneticilerini değiştirmiştir. Bu çerçevede BMW’nin İngiltere operasyonlarından Volkswagen’a geçen Herbert Diess, ajandasındaki ilk başlıklardan birinin şeffaf ve hesap verilebilir bir kurumsal yönetimi meydana getirmek olduğunu defaatle beyan etmiştir.
Tüketicinin korunması hukukumuzun iyi kurumsal yönetime şirketleri teşvik etmemesinin bir diğer sebebi ise mevcut uygulamalardaki problemlerdir. Bu problemler bir önceki paragraftaki bahsettiğimiz sebep gibi iyi şirket yönetimini kötü şirket yönetiminden ayırmamakta ve dolayısıyla iyi kurumsal yönetime şirketleri teşvik etmemektedir. Burada tüketici hakem heyetinin kararlarının temyizinden, tüketici mahkemesindeki vekalet ücretlerine kadar birçok konuda problem olduğu söylenebilir.
Kurumsal yönetime etkisi yönüyle en büyük problem tüketici hakem heyetlerinin karar alma mekanizmasıdır. Tüketici hakem heyetleri barodan, tüketici örgütlerinden, ticaret veya esnaf ve sanatkârlar odasından, belediyelerden ve ticaret il müdürlükleri veya kaymakamlıklardan gelen 5 üyeden oluşurlar. Bu heyetlerde karar alınırken, Sovyetler Birliği dönemindeki mahkemelerde de görülen bir problem ortaya çıkmaktadır: Sovyet Rusya döneminde hakimlerin yanına halkın da kararlara katılması amacıyla sıradan vatandaşlar oturtulmuştur. Bu sıradan vatandaşların yaptıkları esas hâkimin kararlarına katılmaktan ibaretti; aksi taktirde kendi görüşlerine hukuki dayanak bulmaları gerekmekteydi. -Yeri gelmişken ifade etmek gerekir ki ABD bu sistemi getirirken jüriye hukuki gerekçe yazma zorunluğu getirmemiştir- Tüketici hakem heyetlerinde de karar alma sorumluluğu barodan atanan avukatların üzerine kalmaktadır. Bu da avukata muazzam bir iş yükü anlamına gelmektedir.
Bu durum hızlı çözülmesi gereken sorunları uzatmakta, ciddi zaman kaybına sebep olmakta, özellikle küçük yerlerde ise avukatlar ile az sayıda olan müvekkil portföyleriyle çıkar çatışması yaşamalarına sebep vermektedir. Ekonomi hukuku böyle durumlarda avukatların tüketicilerden yana karar vereceklerini kabul eder zira bu yöndeki bir seçim avukatlara daha fazla kazanç elde etme imkânı getirecektir. Dolayısıyla hukuka aykırı uygulamalarda bulunan şirketler ve şirket yönetimleriyle işlerini hukuka uygun yapan şirketler arasında "Tüketici Hukuku" açık bir ayrıma gitmemiş olur.
Yapısal sorunlar ve uygulamalardaki sebeplerden ötürü Türk Tüketici hukuku uygulamaları, iyi şirket yönetimi kötü şirket yönetimini birbirinden ayırt etmemekte ve dolasıyla şirket yönetimlerini hesap verebilir, şeffaf ve hukuka uygun bir kurumsal yönetime özendirmemektedir. Problem olarak bahsettiğimiz ilk husus grup davalarının ve bunun bir benzeri olan derivative suits (türevsel grup davası) önünün açılması ile çözülebilir.
Uygulamadaki sıkıntıların ise doğrudan sorun odaklı, nokta atışı çözümlenmesi gerekir. Burada unutulmaması gereken önemli konulardan biri ise söz konusu düzenlenmeler yapılırken işlem maliyetlerinin aşırı bir şekilde artırılıp, bu maliyetlerin de tüketicilerin yahut şirketlerin üzerine yıkılmamasıdır.