Trump'ın tarihi hatası
ABD ile Çin arasında geleceği oldukça zorlayıcı bir bilek güreşi var.
Obama dönemi, bunun temellerinin atıldığı dönemdi.
Çin’in Pasifik bölgesindeki askeri varlığını artırması, Japonya ile kilit konumdaki adalar konusundaki sürtüşmesi...
ABD’nin son 5 yılda (özellikle Obama döneminde) askeri önceliğini Orta Doğu’dan Asya Pasifik bölgesine kaydırması.
Orta Doğu ağırlığını azaltabilmek maksadıyla İran rejimini batı sistemine entegre etmek için yapılan P5+1 anlaşması.
Trans Pasifik Ortaklığı (TPP) ile Asya bölgesindeki ekonomilerin Çin bağımlılığını azaltıp kendi mihverine dahil etme çabası.
Avrupa ile arasındaki ilişkileri TTIP (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) ile tam bir bütünleşmeye taşımak, batı ittifakını ticaretle tam bütünleştirmek.
Bunların tümüne bir bütün olarak bakmak gerek.
ABD, Çin’in büyüyen ekonomik hükümranlığına, batıdan kopardığı parçalara ve dünyanın her köşesinde artırmaya çalıştığı nüfuzuna karşı kendi stratejisini uygulamaya çalışıyordu.
Denklemin içine, batının kendi bölünmüşlüğü ve ataletini doğru okuyarak önce Kırım sonra da Suriye’ye hamle yapan Rusya’yı da katabiliriz.
Trump yönetimi ise bu bilek güreşini bazen ticaret savaşları üzerinden bazen de doğrudan “kabadayı” hamlelerle bambaşka bir yere taşıyor.
Bu strateji ve üslup, kendisinden önce yoğun emekle kurulan birçok uluslararası denklemi, ittifakı kökten bozma riski taşıyor.
İran anlaşmasının yırtılıp atılması. Katar/Suudi Arabistan gerginliğinde açıktan destek. Kudüs meselesi. Bunlar son derece yırtıcı ve diplomasi kanalının dışına taşacak şekilde zorlayıcı hamleler. Bu hamleleri yaparken, sonuçlarının olmasını beklememek en hafif deyimiyle naifl ik olur.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin “yaptırım” boyutuna taşınması da beraberinde önemli sonuçlar getirebilecek hamlelerden biri.
Şunu net olarak söylemek mümkün sanırım:
Trump yönetiminin attığı bu adımlar, Çin ve Rusya ikilisinin (henüz tam bir mihver diyemeyebiliriz belki) en seveceği, en isteyeceği adımlar.
Zira Rusya ve Çin’in onlarca yıl uğraşsa başaramayacağı batı ittifakı içindeki yapı sökümünü, Trump kendi elleriyle yapıyor.
Batıdan kopan her parça, Çin ve Rusya için bir fırsata dönüşüyor. Çin, Kuşak Yol Projesi kapsamında ticaret hattını Avrupa’nın içlerine kadar taşıyor.
Bu kapsamda kilit ülkelerin tümüyle doğrudan ve yakın ilişki kuruyor. Lojistik, yol ve taşımacılık içerikli projelere doğrudan finansman sağlayarak bu ilişkileri pekiştiriyor.
İspanya’dan havalimanını, Yunanistan’dan Pire Limanı’nı alarak muazzam bir ağ kuruyor.
Yaptırımlarla boğuşan Venezüella’nın gelecekteki petrol gelirlerine karşılık kredi anlaşması yaparak, Latin Amerika’da gedik açıyor.
Trump ise “aşkın tepkileriyle” tüm ülkeleri farklı ittifak arayışlarına itiyor.
Türkiye, bulunduğu coğrafya gereği, doğu ile batı arasında, emperyal ve bölgesel güçler arasında hep denge politikası izlemiştir.
Bunu izlerken yönü, hep batıdan yana olmuştur. Türkiye’nin vizyonu bellidir, yönü bellidir.
Yaptığı ihracatın yüzde 51.2’si AB ülkelerinedir.
Askeri yönü NATO İttifakı’dır.
Seçim öncesi PR uğruna bu kadar dışlamak, ilişkileri bu ölçüde bozmayı göze almak, ABD için doğru değildir. Hele ki ekonomik yaptırımlarla dengeyi bozmaya kalkmak, Türkiye’yi yaklaşık 100 yıllık perspektifini değiştirmeye zorlamaktır.
Bu süreç, ABD yönetimlerinin de Türkiye’nin de hatalarıyla bu noktaya kadar geldi.
Ancak karşılıklı sağduyuyu, aklı, diplomasiyi yürütmeden devam etmek mümkün değil. İttifaklar kolay kurulmuyor, müttefiklik refiki kolay oluşmuyor.
Dolayısıyla bu diyaloğu kolay kaybetmemek gerek.
Ekonomi artık beka meselesi
Bu hususta, ikinci önemli söz ise ekonomik. Türkiye’nin ekonomik gücü, başarısı, kalkınmışlığı, bir taraftan elbette halkının refahı için önemlidir.
Ancak yaşanan son olaylar gösteriyor ki, bizim için ekonomimizin iyiliği, doğru yönetilmesi, olması gerekeni olması gereken zamanda yapması sadece refah değil, güvenlik önceliği.
Güçlüler, kendisine göre zayıf görünen ülkeleri, tarih boyu iki şeyle tahakküm etmiştir. Biri silah, diğeri ekonomidir.
Türkiye askeri açıdan güçlü bir ülke. Binlerce yıllık bir askeri geleneği, bölgesinde etkinliği, mevcudiyetiyle dengeyi değiştirebilme yeteneği var.
Kendi güvenliğini kendi bölgesi ne kadar mayınlı alan olursa olsun savunacak yetkinliğe sahip.
Bu durumda geriye ekonomik tahakküm kalıyor. Bakınız İran. Bakınız, Venezuela.
Bu tahakküm riskini ortadan kaldırmak için harekete geçmek, artık bizim için refah değil, beka meselesi.
Tasarruf oranı düşük, yapısal olarak cari açık veren, bu nedenle de düzenli yabancı finansman ve yatırımı bulma zorunluluğu olan bir yapıya sahibiz.
Bu nedenle uluslararası ilişkilerimiz, jeopolitik gelişmeler, ülkenin makro dengeleri üzerinde olması gerekenin çok ötesinde etki yaratabiliyor.
Kırılganlıklarımız, hele de bu dönemde çok daha ön planda.
Reel sektörü yapılandırmak, bankaları daha da kuvvetlendirmek, enflasyonu düşürmek, tasarrufu artırmak, ithal tüketimi azaltmak, ithalat bağımlılığını düşürmek.
Hepsini bugün yapmalıyız.
O mihverden bu mihvere salınmamak, dış etkileri mümkün olduğunca bertaraf etmek için.