Trump savaşlarının olası sonucu
Başkan Trump artık iyi bilinen bir figür haline geldi. Sonunun ne olacağını pek kestirmeden olmadık işler yapıyor. Daha önce de söylediğim gibi Trump temelde bir işadamı ve icraatının büyük kısmını iş alemini kayırmak üzerine inşa ediyor. Şu sıralarda iş alemini de daha çok uluslararası rekabet bağlamında tanımlıyor. Yani dışarıdan ABD ürünlerine karşı izlenen rekabeti iş aleminin sorunu olarak algılıyor. Dışarıdan gelen rekabet noktasında ise Trump’ın dikkati daha çok dış ticaret üzerine odaklanıyor. Şimdiye kadar dost olarak bilinen birçok ülkeyi ABD’ye karşı rekabeti zedeleyen girişimlerde bulunmakla suçluyor. Bunlara karşı adeta savaş açmış gibi. Zaten bu çabası da “ticaret savaşı” olarak tanımlanıyor.
Ticaret savaşı tanımı yeni bir icat değil. Eski dönemlerde de bu tür örnekler var. Uluslararası ticarette karşı tarafın pazar payını kendi lehine değiştirmek, küçültmek için bilerek ve isteyerek önlem uygulanması ticaret savaşının ilk adımı. Bu evrede daha çok gümrük vergileri kullanılıyor. Malum, gümrük vergileri dışarıdan ithal edilen ürünlerin dahildeki fiyatını ilk elden yükseltiyor. Bu yerli ürünlere bir rekabet üstünlüğü sağlıyor. Uygulamayı yapan ülkenin hem ürünlerini korunuyor hem de pazar payı yükseltiliyor. Zaten maksat da bu. Eğer vergileme istenen sonucu sağlamıyorsa ileriki evrelerde vergilerin yanı sıra ithal yasakları gibi daha radikal önlemler de devreye giriyor. Tabii karşıdaki rakip ya da rakipler de boş durmuyor. Onlarda kendi ürünlerini mümkün olduğu kadar rekabetten korumaya çalışıyor. Eğer karşı ülke vergi/yasaklama vb gibi girişimlerde bulunursa buna muhatap olan taraf da aynı yöntem ve ölçekte mukabelede bulunarak ilk adımı atan ülkenin önlemlerinin etkisini düşürmeye çalışıyor. Bu adımlar karşılıklı olarak artarak devam ettirilirse, ortaya çıkan durum “ticaret savaşı” olarak tanımlanıyor. Aslında geçmişte bu tür karşılıklı savaş halinin örnekleri var. 1930’lardaki krizin uzamasının bir nedeni ülkelerin makro ölçekte küçülmeye karşı koyabilmek için ticaret sınırlamaları getirerek kendi pazarlarını neredeyse bütünüyle kapatmalarıdır. Savaş sonrası dönemde de bu tür uygulama örnekleri var. Ancak ticareti kısıtlayıcı uygulamalar sadece karşı ülkede değil, kısıtlama uygulayan ülkede de ekonomiyi yavaşlatıp, küçülten etkiler yaratıyor. Bu bağlamda iki gelişmeye işaret etmekte fayda var. Ticarete müdahale savaşa dönerse bu tarafların ikisinde de üretimi düşürüyor, ulusal ekonomilerin ve giderek dünya ekonominin yavaşlamasına, resesyona kaymasına neden oluyor. Bu bir. İkincisi ise ekonomiyi koruma duvarının arkasına almakla rekabet üstünlüğü ve verimliliği görece yüksek olan ülkenin ürünleri yerine, rekabet gücü zayıf, verimliliği ve maliyetleri yüksek pahalı ürünlerin kullanılması özendiriliyor. Kısacası, durumu düzeltiriz diye başlatılan müdahaleler, sonuçta karşılıklı kayıplara yol açıyor. İkinci savaş sonrasının küresel bağlamda en önemli tartışmalarının bu çerçevede yapıldığını biliyoruz. Malum, IMF, Dünya Bankası ve WTO (Dünya Ticaret Örgütü) üçlüsünün kuruluş amaçları da çok uluslu ticaretin sınırlama, kısıtlama olmaksızın sürdürülmesini sağlamaktır. Son 2008 krizine kadar bunun önemli ölçüde başarıldığını söylemek mümkün. Krizle birlikte ülkelerin kendi ekonomilerini korumak için önceki dönemlerde başvurulan kısıtlayıcı, koruyucu önlemleri yeniden devreye sokacaklarından korkuluyordu. Ancak WTO ve G20nin gayretiyle bundan kaçınıldı. Dünya ticareti tahmin edilen ölçüde gerilemedi. Yani, iş genel bir ticaret savaşına kadar gitmedi.