Trump popülizmle nereye kadar gidebilir?
Donald Trump’ın Başkan seçilmesi günümüzde gelişmiş ülkelerde bile popülist kampanyaların oy kapma ve iktidara gelmede ne kadar etkili olabileceğini gösteren bir örnek oldu. Trump, tüm seçim kampanyası boyunca, ırkçılıktan korumacılığa kadar her türlü popülizmi içinde barındıran ve seçmen kitlesinin çekirdeğini oluşturan özellikle orta sınıf düşük eğitimli Beyaz Amerikalılara hitap eden bir söylem kullandı. Hitabet tarzı son derece ilkel ve ilkel olduğunca da (kendi seçmeni üzerinde) oldukça etkiliydi. (Özellikle Twitter’ı yoğun bir şekilde kullanan Trump’ın en favori kelimelerinden biri ‘BAD’-Biliyorsunuz sosyal medyada bir kelimenin büyük harfle yazılmış olması, o kelimeyi bağırarak söylemek anlamına geliyor.)
Trump, bugüne kadarki ABD Başkanları arasında cahilliği ile övünen ve devlet işleyişi konusunda çok az bilgi sahibi olan ender başkanlardan biri. Kitap okumadığını zaten kendi itiraf ediyor. Ancak, bu bilgisizlik daha idaresinin ilk günlerinden itibaren yanlış kararlar almasına, pek çok konuda mecburi geri adımlar atmasına yol açmış durumda. (Bu nedenle de kendisinin seçmen tarafından ‘işbaşına gelinen ilk 3 aydaki onaylanma oranı’ ABD siyasi tarihinin en düşük yüzdesine gerilemiş durumda. ) Neyse ki, ABD’nin yönetim sistemine ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin güçlü bir şekilde yerleştirilmiş olunması sayesinde, alınan bazı yanlış kararlar federal mahkemeler tarafından geri çevrilebiliyor. (Bu kararlar karşısında,
Trump’ın mahkeme sonuçlarını ve hakimleri aşağılayan tepkileri ise kendi seçmenine yönelik bir show’dan öteye gidemeyecektir.) Trump’ın seçim kampanyası boyunca dillendirdiği ve (bence) sürpriz bir şekilde seçim sonrasında gündemde tuttuğu bazı önemli ekonomi politikaları var. (Seçim kampanyası boyunca iktisaden son derece sakıncalı olduğunu bildiği halde oy toplamak amacıyla bu politikaları savunan politikacıya fırsatçı, popülist ve çakal gibi sıfatlar uygun düşebilir, ama bu politikaları seçim sonrasında devam ettirene olsa olsa ‘aptal’ denilir. ‘Aptal’ politikacı ise en az ‘çakal’ politikacı kadar tehlikelidir.) Trump ise bütün eleştirilere karşı, pragmatik bir iş adamı olduğu, ve sorunları önüne geldikçe pratik ve kısa yoldan çözebileceği iddiasında. Ancak, mesele şu ki maalesef devletler bir şirket mantığıyla yönetilemiyorlar.
Trump’ın gerçekleştirmeyi planladığı ve hepsi de ekonomik olarak birbirinden sakıncalı politikalarının başlıcaları şöyle: TPP (Trans-Pasifik Ortaklığı) anlaşmasını yürürlükten kaldırmak (ki bunu yaptı bile), çalışma izni olmayan 12 milyon kadar yabancı işçiyi yurtdışına çıkarmak, Meksika ve ABD arasına bir duvar inşa etmek ve masrafını da Meksika hükümetinden almak, yurtdışına fabrika yatırımı yapan ABD firmalarına cezai müeyyideler getirmek, Obamacare olarak bilinen sosyal sağlık programını kaldırmak, özellikle kur manipülasyonları ile haksız bir rekabetçi konum elde ettiği düşünülen ülkelerden (Çin gibi) yapılan ithalata yüksek oranlı vergi uygulamak ve yüksek gelir gruplarının vergi oranlarını düşürmek.
Trump’ın zaferinin arkasında kuşkusuz 1980’li yıllardan başlayarak çok uluslu ABD şirketlerinin yatırımlarını ucuz işgücü olan ülkelere kaydırmasıyla, pek çok sektörde istihdam kayıplarıyla birlikte bölgesel kronik işsizlik sorunun ortaya çıkmış olması. ABD, sosyal bir devlet olmadığı için, işlerini kaybeden insanlara yeniden eğitim ve farklı kollarda iş bulabilme imkanları sunmadı, bir anlamda onları kaderine terk etti. Son seçimlerde Trump’ın kazanması bu sorunların en yoğun şekilde hissedildiği Paslı Kemer (Rust Belt) olarak bilinen eyaletlerden aldığı oylarla mümkün oldu. Ancak temelde yatan sorunların Trump’ın önerdiği ticaret- karşıtı korumacı politikalarla çözülmesi mümkün değil. Yatırımlarını yurtdışına kaydırarak küreselleşme sayesinde zenginleşen ABD şirketlerinden alınacak vergilerle finanse edilmesi gereken istihdam politikalarının devreye sokulması gerekiyor. Ancak söz konusu çok-uluslu şirketler şirket merkezlerini çeşitli vergi cennetlerine taşıyarak elde ettikleri kârlar üzerinden çok az vergi ödemekteler. Trump’ın bu düzene çomak sokması ise imkansız.
Popülist ekonomi politikaları bir ülkeyi anında krize sokmayabilir. Aksine bu politikalar ilk başta bir canlanma etkisi yaratarak büyümeye körükleyebilir. Ancak zaman içinde kaynak dağılımında meydana gelen bozulmalar ve enflasyon artışı gibi sebeplerle ekonomi yeniden durgunluğa girecektir. Hatta, pek çok deneyimli ekonomik aktör popülist politikaların kötü sonla biteceğini bildiği için,baştaki olumlu havadan maksimum şekilde yararlanmaya çalışır. (Seçimden beri ABD borsalarında görülen ‘akıldışı coşku’nun (irrational exuberance) başka bir izahı var mı?)
Son olarak şunu söyleyebiliriz: Bugüne kadar tanık olmadıkları çapta “popülist” bir politikacının ağına düşen ABD halkı ve ekonomisi orta vadede bu durumdan beklenmedik ölçüde menfi bir şekilde etkilenecektir. Ancak, ‘kuvvetler ayrılığı’ prensibinin ve ‘bağımsız medyanın’ da varlığı sayesinde, bu dönemi 4 sene gibi kısa bir sürede ve belki de ekonomik olarak daha paylaşımcı politikalar geliştirerek atlatacaktırlar.