Trump gibi bir dostunuz olunca, düşmana gerek var mı?
Beklendiği gibi, geçen hafta Başkan Trump Birleşik Devletler’in İran’la yapılan nükleer anlaşmadan ayrılacağını ilan etti. Böyle bir duyuru beklenmekle birlikte, Amerika’nın müttefikleri yine de memnuniyetsizliklerini ifade etmekten geri durmadılar. Amerika-Avrupa ilişkilerinin zemini, Trump’ın İklim Anlaşması’ndan ve Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan çekildiğini ilan etmesi karşısında memnuniyetsizliklerini ifade ettikleri dönemden sonra hiç bu kadar zayıflamamıştı. AB İran ile yapılan anlaşmaya uymaya devam edeceğini ilan etti. Yine, gazetemizin siyaset danışmanı bütün ümitlerin kaybolmaması gerektiğine işaret ediyor. Her ne kadar Trump kimseye danışmayı sevmese ve kararlarında istikrarsız olsa da, ülkesinin dış politika kurumları ülkenin uluslararası normları tamamen görmezlikten gelmesini onaylamıyor. Acaba Atlantik Anlaşması bu son saldırıyı da atlatabilecek mi, yoksa sonu mu geliyor?
Bu olay, Amerika-Avrupa ilişkilerinde günümüze kadar rastlanan en önemli bir kopuşu temsil ediyor. Bunun İttifak’ın geleceği açısından taşıdığı anlam nedir?
Önce, bu olayın ilk kopuş olmadığını belirtelim. Geçmişte, Soğuk Savaş yoğun seyrettiği dönemlerde dahi, müttefikler arasında ciddi tercih ayrılıkları olmuştur. Soğuk savaş son erdikten sonra bu tür ayrılıklar daha sık cereyan eder olmuştur. Iran üzerinden ortaya çıkan ayrışma ciddi bir olaydır. Amerika daha önceki dönemdeki yönetimin imza koyduğu bir anlaşmadan geri çekilmektedir. Bu bir güvenilirlik sorunu yaratmaktadır. Ayrıca, Amerika’nın Orta Doğu’da barış inşa etmek konusundaki ciddiyeti konusunda da sorulara yol açmaktadır. Anlaşmadan çekilmenin bölgedeki gerilimleri arttıracağına kuşku yoktur. Yeni Amerikan yönetiminin şahince yaklaşımının bir göstergesidir.
Trump’ın dış siyasetin yürütülmesi konusunda kendine özgü bir anlayışı olduğu muhakkaktır. Kendisi yüksek perdeden tehditler savurmakta, karşı taraftan, sahte olsa dahi, bir taviz alındığı görüntüsü ortaya çıkabilirse, müzakereye başlamaktadır. Kuzey Kore olayında böyle olmuştur. İran’a karşı da aynı stratejiyi izliyor olabilir. İstediği İran’ın füze geliştirme programlarının da anlaşmaya dahil edilmesidir. En iyimser senaryoda İran bu konuda müzakere açılmasını kabul eder. Amerikan yönetiminin ambargo kurallarının 90 ila 180 gün arasında yürürlüğe gireceğini açıklaması, böyle bir gelişmeye fırsat tanımaktadır.
Eğer müzakereler tekrar başlasa bile, Trump’ın işleri müttefiklerine hiç danışmadan ve onları dinlemeden yürütmekte ısrar ettiği bir vakıadır. İttifakın lideri olan bir ülkenin, politika belirlerken müttefiklerine danışması ve en az çoğunluk arasında bir mutabakat oluşturmaya çalışması gerekir. Amerikan yönetiminin “ister kabul et, ister kabul etme, ben yapacağım” yaklaşımı Avrupalı liderleri siyaseten çok zor bir duruma sokmaktadır. Amerika ve Avrupa arasındaki mesafe açılmaktadır.
Avrupa, Amerika’nın izlediği yol karşı direnebilecek konumda mıdır?
Bu biraz zor. Avrupa Birliği üyeleri arasında karşı karşıya bulundukları tehditler ve bunlara nasıl karşı konulabileceği konularında farklar vardır. Tehdit değerlendirmelerine bağlı olarak, Amerikan bağına verilen önem de farklılıklar göstermektedir. Örneğin Baltık Ülkeleri ve Polonya artan Rus tehlikesine karşı duyarlılık sergilemekte, NATO ve Amerika’nın Kıta’yı savunma taahhüdüne önem atfetmektedirler. Diğer ülkeler bu konuda aynı oranda hassas değillerdir. Rusya ile nasıl baş edileceği ve neler yapılacağı konusunda fikir birliği yoktur.
Galiba muhtelif katmanlardan oluşan bir kafa karışıklığı ve tahmin edilemezlikten söz ediyoruz. Bu durum ittifakı zayıflatır mı?
Tahmin edilebilirlik ile istikrarsız davranış arasında bir ayırım yapmamız gerekiyor. Tahmin edilmezlik ittifakın bünyesinde olan bir niteliktir. Örneğin, Soğuk Savaş döneminde biz Amerika’nın Avrupa’yı nükleer silahlarını kullanarak koruyup korumayacağını hiçbir zaman tahmin edemedik. Eğer nükleer silahlar kullanırsa, kendisi de nükleer bir hedef olabilirdi. Amerika’nın ne yapacağının bilinmemesi karşı tarafın da risk almamasını teşvik ediyordu. İstikrarsızlık ise zıt stratejik amaçlara hizmet eden tutarsız davranışları içeriyor. Trump kendi başına hareket eden ve aklına eseni yapan bir lider görünümü veriyor. Siyasa yapımının kurumsal bir çerçevede oluşturulmasına fırsat tanımıyor, kendi başına kararlar verip bunları tweet atarak duyuruyor. Çok kolay da fikir değiştirebiliyor. Benim istikrarsız davranış deyiminden kast ettiğim budur. Bu belki bir siyaset üslubu ama aynı zamanda bir kişilik özelliği. Ümit edilir ki, Trump’tan sonra gelecek Amerikan başkanı daha “normal” veya daha “sıradan” bir siyaset adamı olsun.
O zaman Amerika’nın müttefikleri Trump Fırtınası’nın geçmesini mi beklesinler?
Şayet ben bir ülkenin dış politikasında sorumlu olsaydım, fırtınayı atlatmaya çalışırdım. Ülkelerin dış politikası muhtelif ilişkiler ağlarından oluşur ve muhtelif kurumsal çerçeveler içinde cereyan eder. Dört yıl için istikrar yoksunu bir başkan geldi diye, bütün kurumsal yapıları bozmaya gerek olduğunu zannetmiyorum. Bu çerçeveler yıkılırsa, yeniden inşa edilmeleri pek kolay olmaz. Eğer varlıklarını sürdürebilirlerse, kolayca yeniden işlerlik kazanabilirler. Ben Trump’ın gidebileceğini varsayıyorum. Ama dört yıl için daha seçilebileceği gibi, yerine gelen kişi de aynı kişilik yapısına sahip birisi olabilir. Şu anda dünya bir popülist liderler döneminden geçiyor. Bu süreç istikrarsız ve ne yapacakları belli olmayan liderler üretiyor ve uluslararası siyasetin kurumsal yapıları tehdit altına giriyor.
Bu sarsıntıdan Türkiye nasıl etkileniyor? Türkiye, elindekileri koru, değişikliğin neler getireceğini bekle ve gör politikası mı izliyor?
Galiba biraz öyle. Unutmayalım ki, Avrupa Birliği’nden farklı olarak, Türkiye bir dizi ülke ve komşu ile zorlu ilişkiler içinde. Bu noktada Amerika ile daha fazla kavgaya girişmek pek isabetli olmaz. İran konusunda Türkiye’nin tavrı Avrupa Birliği’nden farklı değildir. Hatta liderlerimiz alışılmış sert demeçlerine bile daha az başvuruyorlar. Ayrıca, unutmayalım ki, karşımızda bir NATO sorunu yok, Birleşmiş Milletlerin nezaret ettiği, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya’nın önderlik ettiği bir anlaşma var. Türkiye Anlaşmanın tarafı değil fakat daha önce Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin ve Birleşmiş Milletlerin koyduğu ambargoların koşullarına uymak zorunda kaldı. Amerikan ambargosunun koşulları çok ağırdı ve bilindiği gibi çok sayıda soruna yol açtı. Türkiye Amerika’nın uygulayacağı yaptırımlardan çok olumsuz etkilenecektir. Trump’ın sert çizgisini değiştirmek için zaman var diye ümit edelim.