Transatlantik fırsat

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 


Tam da geçen hafta yazmıştım bizim canlı gündemimizde konu seçiminin zorluğunu; hatta be nedenle iki konuda, TAFTA ve Vergi Barışı konusunda daha ayrıntılı ele alma taahhüdüne girip kendimi bağlamak istemiştim. Ama aradan henüz birkaç gün geçmeden yeni havalimanı ihalesi ve nükleer santral anlaşması gibi çok önemli yeni gelişmeler oldu. Özellikle kira bedeli ve inşaat maliyeti toplam olarak 36 milyar Euro gibi inanılmaz bir mali porteye ulaşan havalimanı ihalesi, pek çok yönüyle irdelenmeye değer. Ama en önemlisi, başta yolcu sayısı olmak üzere bu proje için öngörülen parametrelerin, 2023 vizyonuna benzer şekilde, öteden beri tanımlamaya çalıştığımız zorlu yol haritasında adımların mutlaka atılacağı ve istikrarlı büyümenin sürdürüleceği varsayımını içeriyor oluşu. Umut verici, çünkü vizyona angaje olan toplum, onun maliyetine de daha kolay ikna edilebilir. Anlaşılan bu temayı önümüzdeki haftalarda biraz daha irdelemekte yarar olacak.
 

Amaç büyümeye ve rekabete katkı

Bugün, daha önce planladığımız gibi, AB ve ABD arasında 90'lı yıllarda yani Clinton döneminde başlayan, şimdi de Obama'nın ikinci ve son döneminin ana politika kanallarından biri olarak yeniden ısıtılan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı görüşmeleri üzerinde duracağız. Hem AB komisyonu, hem de ABD yönetimi bu ortaklık konusundaki olumlu iradelerini bu yılın 13 Şubat'ında açıkladılar. Şimdilerde iki tarafta da iç onay süreci devam ediyor. Haziran ayındaki Transatlantik Zirvesi'nde görüşmelerin resmen başlatılması bekleniyor.

Böyle bir ortaklık anlaşmasının sonuçları bağlamında ilk akla gelen gümrük vergilerinin indirilmesi, bunların zaten halihazırda yüzde 3 civarında yani düşük olması nedeniyle, birinci derecede önem taşımıyor. Anlaşmadan beklenen asıl yarar taraflar arasındaki ticarette yaygın olan tarife dışı engellerin ve standartlar arasındaki farklılıkların ortadan kaldırılması. Böylece serbestleşecek ticaret ve yatırım ortamının, iki tarafta da büyümeye kabaca en az yüzde 0.5 (muhtemelen AB ekonomilerine daha fazla) katkı yapacağı hesaplanıyor. Bu katkının yüzde 2'lere varacağını ve milyonlarca yeni istihdam yaratacağını tahmin edenler de var. Sonuçta halen dünya ticaretinin üçte birini, dünya üretiminin de yarısını oluşturan bu iki gelişmiş blok, maliyetlerde sağlanacak yüzde 10 düzeyindeki düşüş ile özellikle uzak doğu ülkelerine karşı yitirmekte olduğu rekabet avantajına bir ölçüde yeniden kavuşacak.

Dev ama güç bir birlik

Bu çerçevede Transatlantik Ekonomik Konsey'in ele alacağı rekabet kuralları ve standartlar arasında ticaret ve arz zinciri güvenliği, fikri mülkiyet hakları, yatırımlar, hammadde, innovasyon, bilgi ve iletişim teknolojisi, KOBİ'ler, nano-teknoloji gibi pek çok uygulama bulunuyor. Aynı zamanda sanayi ve tarım ürünlerinde tarifenin liberalleştirilmesi, tarım alanında sorunlu konuların çözümü amaçlanıyor. Doğal olarak teşvik sistemleri ve kur politikaları gibi alanlarda iki taraf için de ortak kurallar ve entegrasyon öngörülüyor. Sonunda ortaya çıkacak dev birlik (bazıları bunu "Ekonomik Nato" diye adlandırıyor.) sadece kendi içinde değil, bütün dünyada büyük etki yaratacak. Tabii projenin yararlarından biri ve bugünkü sorunlar açısından anlamlı bir sonucu da AB ekonomisinin ayağa kaldırılması olacak.

Ne var ki ABD ve Almanya gibi rekabet ve verimlilik sorunu yaşamayan ülkeler için kolay gibi görünen ortaklık, başta Fransa olmak üzere geniş tarımsal destekleme politikaları uygulayan ya da sendikalılara büyük sosyal haklar tanıyan ülkelerde derin kaygılara yol açıyor. Bu ülkelerin ticaret ve yatırım (tarım dahil) konusunda bir dizi kısıtlamayı kaldırması gerekecek. Umulan, ortaklığın stratejik ve uzun vadeli yararlarının daha baskın görüleceği yolunda anlayış birliğine ulaşılması. Yine de bu güçlüklerin, görüşmelerin sonuçlanması ve ortaklığın bütünüyle işlerlik kazanması için öngörülen takvimin sarkmasına yol açması muhtemel.

Türkiye için hem tehdit hem fırsat

İşin Türkiye'yi ilgilendiren tarafı ise AB ile Gümrük Birliği anlaşması nedeniyle ülkemizin dış ticarette haksız rekabete maruz kalması ve ucuz hammadde temininde zorlanması olacak. AB'nin diğer ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmaları Türkiye için de otomatik olarak uygulama alanı bulacakken, bu diğer ülkeler bizimle serbest ticaret anlaşması yapma konusunda serbestçe karar verecekler. Bu arada sürekli yakındığımız ve uzun yıllardır güdük kaldığımız ABD pazarındaki pay konusunda AB ülkeleri bize oranla büyük bir avantaj kazanmış olacaklar. Bu nedenle Türkiye, ortaklık mekanizmasına bir şekilde eklemlenmek, ilk adım olarak da ABD ile bir serbest ticaret anlaşması imzalamak istiyor.

Batı bloku, transatlantik ortaklık anlaşmasıyla değişen dünya düzeninde rekabet engelini aşmak ve yeniden oyun kurucu konumunu pekiştirmek isterken, Türkiye hem bundan göreceği zararı telafi etmek hem de yeni dünya düzeninde bölgesel güç konumunu pekiştirmek derdinde. Devre dışı kalması halinde Almanya'da yapılan bir etki analizine göre yüzde 2.5 refah kaybına uğrayacak olan Türkiye'nin, Güney Kore dışında diğer yükselen ekonomiler de bu ortaklıktan olumsuz etkileneceği için bu çabaların yoğunlaştırılması ile stratejik bir avantaj kazanmasını da mümkün olabilir. Üstelik Türkiye'nin büyük ticari ortağı AB ve siyasi müttefiki ABD ile ortak bir birliğe özel bir statü ile dahil olması, bir türlü derinleştiremediğimiz ABD ile ekonomik ilişkilerimiz açısından da değerli bir fırsat teşkil edecektir. Kaldı ki Türkiye'nin de bu ortaklığa özellikle uzak doğu ile rekabet açısından sağlayacağı ciddi maliyet sinerjisi bulunmaktadır. Yeter ki bunu gereğince açıklayan bir senaryo çalışması yapıp taraflara ve özellikle küresel vizyonu daha belirgin olan ABD'ye etkili bir iletişim stratejisi ile aktarmayı bilelim...
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019