Trafik işkencesinin nedeni: B'ler
Geçen hafta trafik terörünün nedeni olarak A'lardan söz etmiş ve 4A tipi sıralamıştım. Bunlar, aptal, arsız, azgın ve ahlaksız idi. Bu hafta da özellikle büyük şehirlerde yaşanan trafik işkencesinin nedenleri olan B'lerden söz edeceğim. İşkence diyorum, çünkü, örneğin İstanbul'da, bir yerden bir yere gitmek resmen işkenceye dönüştü. Bazı tanımlar değişti. Artık İstanbul trafiğinde arabanın hızı saatte kaç kilometre diye ölçülmüyor; bir kilometreyi kaç saatte gidiyorsunuz diye soruyorlar.
İstanbul'un yolları arabaların uc uca park ettiği bir otopark gibi. Bazı insanlar sabah evlerinden çıkınca arabaları ile bir sıraya giriyorlar, tampon tampona ilerleyerek işlerine gidiyorlar. Akşam olunca işlerinden çıkıyorlar, yine bir sıraya giriyorlar. Yine tampon tampona ilerleyen bir trafikle evlerine dönüyorlar. Ve de geçen hafta sözünü ettiğim çeşit çeşit A'ların çeşit çeşit aptallıkları, arsızlıkları, azgınlıkları ve ahlaksızlıklarından bezmiş yorgun savaşçı olarak dönüyorlar. Her gün 3-4 saatini bu şekilde trafikte geçiren insanlar var. Bu yolsuz yolculukların maliyeti çok yüksek. Arabalar yıpranıyor, sinirler yıpranıyor... Bütün bu maliyetin yanında tek bir teselli kaynağı var. İnsanlar dünyanın en pahalı akaryakıtına, dünyanın en yüksek vergisini ödemenin haklı gururunu (!) yaşıyorlar...
Belediyelerin mizah anlayışı olmasa İstanbul'daki trafik işkencesi çekilmez. Siz arabanızın içinde otoparka dönmüş otoyolda kaplumbağa hızında ilerlerken belediyenin yaptığı reklamlar sizi eğlendiriyor. "Över över, kel oğlan perçemini över" sözünü hatırlayarak da gülüyorsunuz. Demek bu kadar iş yapılmış, acaba trafik neden unutuldu diyorsunuz.
İstanbul'da belediye otobüsleri epey yük kaldırıyor. Ama hava kirliğine katkısı inkar edilemez. Hele o plakasız olanlar bu konuda müthiş cömert. Geçen gece bir tünelde iki tanesi ile yarım saat geçirdim. "Büyükşehir çalışıyor" sözünün doğruluğuna bir kez daha tanık oldum. Otobüsler, dağıtılan kömürlerden arta kalacak hava kirliliği kotasını eksozları ile doldurmaya çalışıyorlardı.
Hangi B'ler?
Yaşadığımız bu trafik işkencesinde büyük pay Belediyeler ve Başkanlarına düşüyor. Çünkü belediyeler mevcut altyapıyı geliştirmeden, çarpık yapılaşmayı düzeltmeden, yeni yol açmadan, mevcut yolları genişletmeden durmadan inşaat ruhsatı veriyorlar. Gökyüzü boş, yükselin diyorlar. "Trafik yoğunluğu ne olur?" diye düşünmeden ruhsatlar veriyorlar. Şehrin en sıkışık yerlerine alışveriş merkezleri konduruyorlar. (Hamdolsun, yer gök alışveriş merkezi oldu. Merkez orda ama alışveriş yapacaklar yok.)
"Her gün trafiğe şu kadar araba katılıyor. Şu kadar kişi şehre göç ediyor. Buna belediye başkanları ne yapsın?" diyebilirsiniz. Ama büyük şehirlerde belediye başkanlığı yapmak, şehrin büyüklüğüne denk düşecek boyutta vizyon sahibi bir yönetici olmayı gerektirir. Vizyonu sağlam yönetici, öngörü sahibidir. Geleceği tahmin eder ve gereken tedbirleri alır. Ama değerlendirme yaptığınızda görüyorsunuz ki, bizdeki yöneticilerin vizyonları ancak iftar çadırı açmaya ya da kömür dağıtmaya yetiyor.
Büyük şehirlerin trafik işkencesinin altında yatan en önemli nedenlerden birisi de hükümetler, dolayısıyla Başbakanlardır. Oy uğruna her tür çarpık yapılaşmaya göz yuman anlayışlar, büyük şehirleri büyük köyler haline getirmiştir. Bunda gelmiş geçmiş tüm yönetimlerin ve yöneticilerin günahı büyüktür. Gecekondu ruhlu siyasiler, imar afları ile büyük şehirleri çarpık ruhlarına benzetmişlerdir. Plansız, çarpık büyüyen şehirlerin trafik sorunu bu şekilde büyümüştür.
Yöneticiler koruma orduları ile geziyorlar; onların geçişi için yollar kesiliyor. Sanırım bundan dolayıdır ki, olayın vahametini kavrayamıyorlar. Sorunu yakından görmeleri için, eskiden bazı padişahların uyguladığı, "tebdil-i kıyafet"le halkın arasında dolaşma yöntemini öneririm.
Sonuç
Her geçen yıl şehirdeki ulaşım özgürlüğümün kısıtlandığını görüyorum... Ulaşım özgürlüğümü geri istiyorum.
Not: Yeni yılın ülkemize yeni umutlar getirmesi dileğiyle, yeni yılınızı kutlarım.