Trafik aynasında toplumumuz
Geçen hafta yazdığım “Çakarlı Terör ve İşin Özü” yazısını okuyan bir arkadaşım beni aradı “Takma bunları. Bunlar her gün olan şeyler” dedi. Bu kez olağan şeylere daha değişik bakayım dedim. İşte gözlemlerim:
- “Arabada bebek var” yazısı var. Arabanın gidişine bakılırsa, galiba arabayı da bebek sürüyor, diye düşünüyorum; hemen uzaklaşıyorum.
- Sanki “Sinyal verenlerden ek vergi alınıyor.” Çünkü trafi kte çok az kişi sinyal veriyor. İnanıyorum ki onlar da vergilerini düzgün veren kişiler.
- “Şerit kıskanma” hastalığımız var. Önünüzdeki aracı geçmek için sol şeride geçip hızlandığınızda, bunu başaramıyorsunuz. Çünkü “Bu şerit benim, sana yar etmem” deyip hızlanıyorlar, şeridine geçilmesine izin vermiyorlar.
- Ülkemizde “Güvenli fren mesafesi” kavramı, ateistler ülkesindeki ezan sesi gibi bir şey. Önünüzdeki araba ile aranızda güvenli fren mesafesi bırakmanıza izin vermiyorlar. Tosuncuklar, boşluk görünce “Safları sıklaştıralım” diyerek aptalca araya giriyorlar.
- Güvenli fren mesafesi bilinmiyor ama, sürücülerimiz meraktan yoksun değil. Bu merakla arkanızdaki arabanın sürücüsü sizi yakın takibe alıyor. Sanırım ne yakıt kullandığınızı veya ne yiyip ne içtiğinizi merak ediyor; yakından koklayarak çözmeye çalışıyor.
- “İlle önümüzde bir şey sallansın” anlayışı yaygın. Arabaların önüne, sürücünün görüşünü engelleyecek her şey asılıyor.
- Emniyet şeridinden hızla geçen son model, çakarlı “gayri milli, gayri yerli” lüks arabaları görünce milli duygularım kabarıyor. İnebahtı Savaşı’nda telef olan donanmanın inşasının zamanında yetişmeyeceği endişesini taşıyan Kılıç Ali Paşa’ya Sokullu Mehmet Paşa’nın; “Paşa, bu millet öyle bir millettir ki isterse bütün gemilerinin demirlerini gümüşten, yelkenlerini atlastan, halatlarını ibrişimden yapar” deyişini hatırlıyorum. “Acaba ilerde emekli maaşımızı alabilecek miyiz?” diye endişe edenlere, bu lüks araçları gösteriyorum.
- Emniyet şeridi “trafik kazası, arıza halleri, acil yardım, kurtarma veya kaza incelemesi amacıyla kullanılmak üzere ayrılmış olan ve yol eksenine paralel oluşturulan yol bölümüdür” diye tanımlanır. Bu tanıma güvenip emniyet şeridine arabanızı çektiğinizi düşünün. Hızla seyreden çakarlı araçlardan belki canınızı kurtarabilirsiniz. Ama lüks makam arabasına kurulmuş, evine giden imtiyazlının yemeğe geç kalmasının vicdan azabını, ömrünüz sonuna kadar çekersiniz.
- Diyelim ki sürücümüz yolda gitmesini bilmiyor. Peki, durmasını biliyor mu? Önünüzde salına salına giden araba bir bakıyorsunuz aniden duruyor. Aranızda güvenli bir mesafe var, çarpmıyorsunuz. Yanından geçerken “Acaba sürücüye bir şey mi oldu?” diye bakıyorsunuz. Sürücü de size bakıyor. Yüzünde “Hiç duran araba görmedin mi?” ifadesi.
- Şöyle bir anlayış da var: “Boş yer görünce kaçırma, park et.” Köyde bakıyorum, inekler her yerde durmuyor; uygun bir yer arayıp orada duruyor. Ama bizim tosuncuk, “trafik aksayacakmış, yaya yoluymuş, vs…” hiç düşünmeden, boş gördüğü her yere park ediyor.
- Eskiden “Engelli” park yerine park eden, engelsiz görünen sürücüleri görünce sinirlenirdim. Şimdi sinirlenmiyorum. Çünkü zihinsel engellilik, “uygarsal” engellilik, “insansal” engellilik gibi değişik engellilik türlerinin de olduğunu öğrendim.
- Sürücüler böyle de, yayalar sorunsuz mu? Yayalarımız ise çok cesur ve girişken. Denize dalar gibi, ilk bulduğu boşluktan trafi ğin içine dalıveriyorlar. Sürücülere ve arabalara çok güveniyorlar.
- “Dur Yolcu...” şiirini örnek alan “Dur, Yaya…” diye bir şiir yazılıp ilkokuldan başlayarak ezberletilmeli diye düşünüyorum. Çünkü yaya geçidine gelen yayalar durmuyor, ışığa, gelen trafi ğe bakmadan kendini yola atıyorlar.
- Atalarımızın çok öngörülü insanlar olduğunu düşünüyorum. Daha motosikletler, motorlu kuryeler çıkmadan “Fırlama” sözcüğünü nasıl bulmuşlar merak ediyorum. Çünkü motorlu kuryeler her yerden fırlıyorlar.
SON SÖZ
Trafik, bir toplumun aynasıdır. Bu aynadan yorumlarımı okudunuz. Sağlıklı, güvenli yolculuklar...