Toprağa gömülen senin geleceğindir...
Pazarlama üzerine yazıyoruz, pazarlama konularına girelim, hatta o konulardan hiç çıkmayalım istiyoruz, ama maalesef ülkedeki konjonktür öyle noktalara gidiyor ki, pazarlamadan söz etmek çoğu zaman anlamsız hale gelebiliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, geçtiğimiz hafta “İnşaat olmadan kalkınma olmaz” anlamına gelen sözleri de o noktalardan biri. Bu köşede Türkiye’nin zenginleşmesi için, önümüzdeki 20-30 yılın büyüme dalgasını yakalayacak teknolojilere uygun altyapı oluşturması gerektiğini pek çok kez yazdık. Ar-Ge, teknoloji geliştirme ve eğitim gibi konuların zenginleşmeyle ilişkisini ve önemini tekrarlayıp durduk. Tabii devleti yöneten zevatın bu köşeyi okuduğunu düşünmüyorum elbette, ama bunları yalnızca ben söylemiyorum. Hükümette halen bakanlık yapan bazı insanlar da bizim kadar uzun süredir olmasa da bir süredir bu gerçekleri tekrarlıyorlar.
Hepimizin gördüğü ve yaşadığı gibi ülkeyi yönetenlerin tercihleri doğrultusunda, inşaat çok uzun süredir ekonomik büyümenin kilit sektörü haline gelmiş durumda. Bu sistemin mimarı ve tabii en ateşli savunucusu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan. Cumhurbaşkanı için inşaat, ekonomiyi oluşturan tüm sektörler içinde en ayrıcalıklı ve en önemli sektör.
2014'ün yaz aylarında Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın inşaat sektörünün bu derece kayırılmasına tepki olarak sarf ettiği “Biz sadece sanayimizin önünü açmak değil, diğer taraftaki aksaklıkları da gidermek zorundayız ki, sermaye ‘oraya mı, buraya mı gideyim’ kararını sağlıklı verebilsin. Aksi halde üretmeden, taşa toprağa para harcayan bir ekonomi oluyoruz” sözlerine 2014 Aralık ayında TOBB üyelerini kabulünde Erdoğan'ın verdiği cevabı hatırlayalım:
“Ancak acaba inşaat sektörüyle sanayi ve ileri teknoloji arasında bir fark olmalı mı? Hayır, o da ilerlesin, ama inşaat sektörü de ilerlesin. İnşaat sektörüne ‘dur’, sanayiye ‘ilerle’ derseniz, orada çöküntü başlar. Bizim için emek yoğun olan sektör inşaat sektörüdür. Buna dikkat etmemiz lazım.”
Evet, ülkeyi yöneten birinin işsizlik tehtidine karşı “emek yoğun” diye tarif ettiği bazı sektörleri kayırması belki anlayışla karşılanabilir. Ama Cumhurbaşkanı'nın inşaat sektörüne olan muhabbetinin “vatandaşa iş yaratmakla” sınırlı olmadığını pek çok örnekte gördük. Önceki perşembe günü, Türk Patent Enstitüsü'nün ödül töreninde yaptığı konuşmada ise “İnşaat sektörünün olmadığı ülke bitmiş demektir” diye başladığı sözleriyle çıtayı bir tık daha yukarı taşıdı:
”İnşaat sektörünün olmadığı ülke bitmiş demektir. İnşaat sektörünü hiçbir zaman bir yere koyamazsınız. Herhalde çadırda yaşayacak halimiz yok değil mi? Öyle bir durum söz konusu değil. Taahhütlerde altyapısı olmayan bir ülkeden bir şey olur mu? Biz modern bir Türkiye'yi konuşuyoruz. Modern Türkiye'nin altyapısı olmazsa üst yapısı olmazsa sanayileşmeyi nasıl yapacak"
Bu sözlerin ardından iş yine Ali Babacan'a düştü. Babacan, ülkede doğru düzgün bir sanayi olmadan lüks konutlarda, plazalarda yaşayamayacağımızı hatırlattı. Fakat bu hatırlatmanın daha önceki uyarılar kadar bile etkisi olmuş mudur bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şeyler var elbette. Örneğin bir tanesi Cumhurbaşkanı'nın ateşli savunucusu olduğu ekonomi politikasıyla, doğru düzgün bir yerlere yol almanın zor olduğu. Bir başkası ise bu politikalarla Başbakan Davutoğlu'nun çarşamba günü açıkladığı seçim bildirgesindeki gibi “Dünyanın en güçlü on ekonomisi içine girmenin” imkansız olduğu.
Bunların neden imkansız olduğunun nedenlerini sanırım tekrarlamama gerek yok. Niye bu yolun tercih edildiği ise çok açık. Birincisi inşaat ve kent rantının, kısa yoldan zenginleşmenin aracı olarak dönem zenginleri yaratmanın en kolay yolu olması. İkincisi, dışarıdan bulduğunuz kaynakla ülkeyi büyüyormuş gibi göstermenin ve insanları mutlu hissettirmenin en kolay yolu olması. Üçüncüsü ise Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi, inşaatın emek yoğun bir sektör olması ve kısa dönemde istihdam yaratarak işlerin yolunda gittiği izlenimi yaratması.
Evet, çok kolay, çok güzel ama sürdürülebilir değil. Cumhurbaşkanı bildiğim kadarıyla iktisat okuluna gitmiş birisi. İnşaat sektörü ve kalkınma arasında sözünü ettiği bu ilişkiyi ne zaman ve nasıl kurdu bilmiyorum. İnşaat sektörüne ağırlık vererek kalkınan ve mucizeler yaratan hangi ülkeler var onu da bilmiyorum. Ama her gün sokağa çıktığımda, gazeteyi açtığımda, televizyona baktığımda; inşaatlarla, plazalarla, rezidanslarla bu ülkenin, bu toplumun geleceğinin bir daha geri dönmemek üzere toprağa gömüldüğünü görüyorum.