Toplumu okumak ya da okuyamamak, işte bütün mesele bu!
Yıl 1994. Türkiye’de o dönem popüler olan gazeteci ve TV sunucusu Reha Muhtar, TRT ekranlarında o dönemin iki Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Melih Gökçek ile röportaj yapıyor.
Youtube’dan bulabileceğiniz bu röportajda bir kesit çok dikkat çekici;
Muhtar: “Siz belediye başkanlığı yapıyorsunuz, bulunduğunuz kentlerde sanatçılar var, medya var ve bunlar çok güçlü bir şekilde varlar. Siz de çok yumuşak bir tablo çiziyorsunuz benim karşımda. Sizin deyiminizle takiye mi yapıyorsunuz? Yoksa?”
Melih Gökçek: “Onu da siz söylüyorsunuz.”
Muhtar: “Hayır, takiye terimi var efendim sizin deyiminizde. Efendim, soruyorum ben bir şey söylemiyorum, toplum adına soruyorum.”
Melih Gökçek: “Onu da siz söylüyorsunuz, öyle bir şey yok, biz neysek öyle gözüküyoruz, nasılsak öyleyiz.”
Recep Tayyip Erdoğan: “Biz yaşamımızla belirli olan birisiyiz, biz uzaydan gelmedik ki? Uzaydan gelmedik, bu ülkede doğduk büyüdük, burada yaşıyoruz. Bu yaşamı yaşıyoruz…”
Ve bu röportaj böyle uzayıp gidiyor… Hatta sizlerin yönetimi ile devam edilirse, otobüslerde kadın erkek ayrı mı oturucak diye soruyor, Muhtar! Ben izlerken rahatsız oldum. Kendinden olmayanı aşağılayan ama bunu da sanki kendi görüşü değil de tüm toplumun görüşüymüş gibi sunan Muhtar’ın soruları beni hem güldürdü, gülerken de düşündürdü ve üzdü…
Aradan tam 29 yıl geçmiş… Bu seçim kampanyasında da muhalefet yanlı gazeteciler, 29 yıl öncesinde sorulan soruları gündeme getirerek mevcut iktidarı bu taraftan zayıflatmaya çalıştı.
Oysa ki, halkın büyük bir kesimi, özellikle muhafazakar kanadı ile ilgili hiçbir endişe taşımıyordu. 29 yıldır, herkes kendi dinini, kendi özgürlüklerini dilediği gibi yaşayabiliyordu. İsteyen şort giyiyor, isteyen başörtü takıyordu… Demek ki seçim kampanyasını bu açıdan yürütmek doğru bir tercih değildi…
Diğer taraftan Süleyman Demirel’in sözü de bu seçim kampanyasında çok geçerli bir argüman olmamıştı. Süleyman Demirel “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” dese de; bu seçimde milliyetçilik ağır basmış ve iktidar kanadı, seçmeni doğru okumuştu.
Seçim öncesinde ülkede neler yaşanıyordu?
6 Şubat’ta yüzyılın felaketi yaşanmıştı. Hayatını kaybeden onca insan, onca acıyla, Türkiye yaralarını sarmaya çalışıyordu. Yüksek enflasyonun yarattığı yaşam maliyeti ülkemizde halkı bıkkınlığa sürüklemişken, yurtdışında özellikle ABD’de de bankalar batıyordu.
Reel sektör ve bankalar kuru baskılamak için yapılan düzenlemeler ile boğuşmak zorundayken bir de üstüne Millet İttifakı’nın bu adaylık karmaşası siyasi belirsizliği iyice derinleştirip, ekonomiyi manipülasyonlara açık hale getirmekteydi…
Hatta bu öylesine bir seçimdi ki; Batılı gazete ve dergilere bile kapak olmuştu. Batılı gazetelerde, mevcut iktidarın diktatör olduğu ve gitmesi gerektiği dikte ediliyordu.
Anketler Kılıçdaroğlu’nun farkla kazandığını söylüyordu. CHP’nin içinden kopan eski Cumhurbaşkanı adayı, vatan haini ilan ediliyordu. Mavi Vatan hedefinin aşırılık olduğu, gazın Rusya’dan, petrolün Katar’dan sipariş edilmiş olduğu, dolayısıyla aslında bulunmamış olduğu ima ediliyor, hatta açık açık beyan ediliyordu.
İHA ve SİHA’ların rekabetle terbiye edilmesi gerektiği, millet soğan alamazken, TOGG’un gündem edilmesinin ne kadar abesle iştigal olduğu muhalefetin seçim kampanyasının özünü oluşturuyordu…
Peki sonuç?
Halk seçimini yaptı ve Cumhurbaşkanı dün TBMM’de yeminini etti. Meclis çoğunluğuna da halkın oyu ile sahip olan iktidar, halkı ve isteklerini doğru okumuştu… Siyasetin bir organizasyon işi olduğunu unutmadan, rakibini hafife almadan, toplumu doğru okuyup, mahalle düzeyinde halkla birebir temas ederek ve doğru propaganda yaparak kazandılar.
Fakat sonuç kesinleşse de; halkın her iki tarafa net bir mesaj verdiğini de atlamamak gerekiyor. Halk bu seçimlerde, iktidara da muhalefete de: “Kendinize gelin, benim ihtiyaçlarımı görün, benim ihtiyaçlarımı gören, duyan ve çözüm sunan oyumu alır” mesajını hep çok net verdi…
Cumhurbaşkanlığı kabinesi belli oldu:
Öncelikle açıklanan yeni Cumhurbaşkanlığı kabinesinin ülkemize, milletimize ve iş dünyamıza hayırlı olmasını diliyorum. Kabinede yer alan her bir bakanı ayrı ayrı incelediğimde titizlikle seçilmiş olduklarını görebiliyorum…
Özellikle Hazine ve Maliye Bakanlığına getirilen Mehmet Şimşek, Tarım Bakanlığına getirilen İbrahim Yumaklı, Ticaret Bakanlığına getirilen Prof. Dr. Ömer Bolat’ı yakından takip eden biri olarak ülkemiz için çok hayırlı işlere imza atacaklarına eminim.
İş dünyasının sorunlarına çare bulabilecek yetkinlikteki bakanlarımızın ekonomide yeniden istikrarı sağlayacaklarına inanıyorum.
Özellikle dün Mehmet Şimşek, “Sürdürülebilir yüksek büyüme için mali disiplinin tesis edilmesi, fiyat istikrarının sağlanması hedefimiz olacaktır. Orta vadede enflasyonun tek haneli rakamlara düşürülmesi, her alanda öngörülebilirliğin artırılması, cari açığı azaltacak yapısal dönüşümün hızlandırılması, ülkemiz için hayati önem taşımaktadır” şeklindeki açıklamasıyla ekonomi politikasında yeni bir yola girdiğimizin güçlü sinyalini vermekte. Şimdi sıra, öncelikle şeffaf bir iletişim ile istikrarın sağlanmasında ve ardından yatırım ortamının iyileştirilmesiyle katma değerli üretime devam edilerek katma değerli ihracat yapmaya geldi.
Türkiye Yüzyılı hepimiz için hayırlı olsun…
Haftanın Sözü: İmkansızla imkan dahilinde olanın arasındaki tek fark, insanın kararlılık derecesidir. – Thomas C. Lasorda