Toplumca kayıplarımız siyasilerimizi pek ilgilendirmiyor!
Bir demokrasi düşünün, muhalefeti iktidarını dış politikanın en can alıcı sorunlarından birinde bir başka ülkenin taşeronluğu ile suçluyor; iktidarı da muhalefetinden aşağı kalmayıp, muhalefeti bir başka ülkenin otoriter diktatörlüğünün kanlı eylemlerini destekleyen siyasi partisine arka çıkmakla itham ediyor. Yerleşik demokrasilerden birinden gelen kişiye "Böyle bir demokrasi biliyor musunuz" diye sorsanız, hiç öyle demokrasi olur mu diyebilir. Ama, sizlerin de malumları olduğu üzere, böyle bir demokrasi vardır, adı da, Türkiye'dir.
Bizim iktidarımız da muhalefetimiz de, birbirine karşı abartılı suçlamalar yapmayı siyasi rekabetin tabii bir ifadesi saymakta, bu kutuplaştırıcı yaklaşımın destekçilerinin saflarını sıklaştıracağını, taraftarlarının başka tarafa kaymasını engelleyeceğini düşünmektedir. Eylemlerinin başka ne gibi sonuçları olduğunu düşünmek zahmetine ise katlanmayı akıllarına hiç getirmiyorlar. Acaba kutuplaştırıcı politika ne gibi olumsuz sonuçlar yaratıyor?
İlk dikkati çeken sonuç, bu politikanın muhalifleri her türlü kötülüğü yapmaya kadir düşman olarak görmeyi teşvik etmesidir. Düşmanla işbirliği yapılmaz, onun her yapmaya çalıştığına karşı çıkılır. İktidarımız ve muhalefetimiz de böyle davranmaktadır. Birinin yaptığına öbürü, yapılan işin niteliğine bakmaksızın karşı çıkmaktadır. Bir dostum anlatmıştı. Bir partimiz iktidarda iken bir vergi tasarısı hazırlamış, yasalaştıramamış. Ardından iktidara gelen parti aynı tasarıyı benimsemiş. Tasarıyı ilk hazırlayan partiden ağır eleştiriler. Şöyle kötü tasarıymış, böyle fakir halkı eziyormuş. İktidarın her yaptığına muhalefet edilir ilkesinin doğurduğu samimiyetsizliğin canlı bir örneği.
İktidar-muhalefet ilişkileri bu zıtlık kalıpları üzerinden yürüyünce, herhangi bir konuda işbirliği yapmaları zorlaşıyor. Bu ortamda iktidarın yaptığı işlerde muhalefete hiç danışmaması tabiileşiyor. Muhalefet de iktidara geçtiğinde, yapılanları değiştirmeyi şiar ediniyor. Bu sürecin sonucunda, birçok şey yapılabilecekken yapılmıyor, işler yapılırken çok vakit kaybediliyor. Şimdi de anayasa yapımında bu yoldayız dersem acaba çok hatalı bir değerlendirme mi yapmış olurum?
Dış politika konularında da bu yaklaşımın istenmeyen sonuçları olduğunu görmemek mümkün değil. Hafta içinde yaşadığımız bir örnekle açıklayayım. Hükümetimiz, Suriye'nin topraklarımıza açtığı top ateşine cevap verilmesinden sonra, dış ülkelere silahlı güç gönderilmesini öngören bir tezkereyi parlamentoya sundu. Ana muhalefet, siz Türkiye'yi savaşa sürükleyeceksiniz diyerek teklife karşı çıktı. İktidar mensubu bir milletvekili ise daha önce Sayın Başbakanımızın dile getirdiği "Sizler Baaşçısınız" ithamını yineledi. Sanıyorum, tezkereyi hükümet ülkemizi savaşa sokmak için değil, Suriye'yi böyle girişimlerden caydırmak için parlamentoya sunmuştu. CHP tezkereye karşı çıkarak, ülkemizin kararlılığı aşındıracak, Suriye'yi memnun edecek bir tavır sergiledi. İktidarımız da muhalefetin ifade ettiği endişelere cevap vermek, onu iknaya çalışmak yerine suçlamayı tercih etti.
Biraz söyleme dikkat, biraz karşı görüşlere saygı duyduğunu göstermek birçok sorunumuzu halledebilir ama ne iktidar ne muhalefet o havalarda değil. Toplumca uğradığımız kayıplar galiba siyasilerimizi pek ilgilendirmiyor!