TL ve dış borç kompozisyonu
Yine, yeni, yeniden herkesin dilinde “Türk lirasının zayıflaması” konusu var. Konuya vakıf olan da, olmayan da bir köşesinden sohbeti yakalama çabasında. Ben de istedim ki bu yazıda bol rakam kullanarak hikayenin bir yerinden birlikte dahil olalım.
Öncelikle dünden başlayalım ki süreci anlayarak ilerlemiş olalım. 26 Ocak tarihinden bu yana küresel piyasalarda risk iştahında azalış söz konusu. Hatta “azalış” ifadesinden ziyade “risk iştahının oynaklığı artıyor” şeklinde tanımlasak yanlış olmaz. Sebepler artık herkesin aşina olduğu üzere; ABD’ye dair artan enflasyon kaygıları, Fed’in 3x25bp değil de 4x25bp şeklinde normalleşmeye devam etme ihtimali, artan korumacı ekonomi politikaları, Trump yönetiminin belirsizlik dolu kargaşaları, Facebook skandalı ve daha bir sürü neden olarak öne sürebileceğimiz şey. Sonuç nedir? Hisse senedi endeksleri unuttuğumuz oynaklık artışına yeniden dönüş yaparken, yatırımcılar güvenli liman arayışlarını bir adım öne çekiyorlar. Tüm bu hikayenin üzerine bir de Türkiye’nin Mart ayında Moody’s nezdinde beklenmedik şekilde not indirimi hamlesi ile karşılaşmasını, artan tahvil faizlerini, zayıflayan Türk lirasını ekleyin.
Şimdi ilerleyelim. Türk lirasındaki değer kaybı sürpriz midir? Bardağın neresinden bakarsanız ona göre vereceğiniz cevap da değişecektir. Moody’s kararı dışarıda tutulduğunda yılın ilk yarısı için çoğunluk analist kesiminin bu tarz bir beklentisi pek yoktu. Biz de dahil olmak üzere yılın ikinci yarısı için yoğunlaşma olurken, çoğunluk kurum yıl sonu beklentisinin de dolar/lira kuru için 4.00 seviyesinin üzerinde olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Peki, tüm bu sohbeti, haber akışını “dolar ne olur?” noktasında kilitlemek doğru mudur? Teknik olarak kesinlikle yanlış.
Bizim gibi ihracat-ithalat geçişkenliği yüksek ülkelerde rekabetçi kurun sağladığı avantajlar düşük kalıyor. O nedenle ilerleyen dönemlerde kur geçişkenliği-enflasyon cephesinden gol yeme durumu söz konusu oluyor. Yakın dönem tecrübelerimiz bunun en önemli örneği. O zaman ne yapmak gerek? Sepet kur gelişmelerinden ilerlemek daha sağlıklı.
Geçmişe dönüp baktığımızda ortalama sepet kur değişiminin 2012 yılından bu yana sürekli yukarı yönde ve ağırlıklı çift hanede gerçekleştiğini görüyoruz. 2012-2017 ortalaması yüzde 12 artışa işaret ediyor. Yukarıda anlatmaya çalıştığım nedenlerden dolayı oldukça yüksek bir seviye demek. Peki, 2018’in şimdiye dek yaşanan çalkantısında sepet kur performansı nedir? Yüzde 9 artışa ulaşmış durumda. Üstelik ortalamada. Yani, iki önemli ticaret para birimi nezdinde Türk lirası zayıflıyor demek.
Bir sonraki kısma geçelim. TL’nin zayıflaması bizi hangi açıdan zorlayabilir? Öncelikle ödemeler dengesinde açık veren bir ülkeyiz. TCMB verilerini baz aldığımızda, 2000-2003 döneminde ortalama açık yıllıkta ortalama 3.6 milyar dolar iken, 2006’da ilk kez 30 milyar dolar sınırını aşıyoruz. 2017’yi 47.2 milyar dolar açık ile kapattık. Son 3 yılın ortalaması 37.5 milyar dolar, 5 yılın ise 43.9 milyar dolar. Nedir? Basit yaklaşımla artık cari açık rakamı 35-40 milyar dolarlı seviyelere demir artmak üzeredir. Bir köşede dursun.
İlerlemeye devam edelim. Yine TCMB verilerine göre kısa vadeli dış borç (KVDB) rakamımız Ocak itibarıyla 122.7 milyar dolar. 2013’ten bu yana yıllık ortalamada 100 milyar dolar (2013-2017 ort. 120 milyar dolar) seviyesinin üzerindeyiz. Bankaların payı 2013-2015 döneminde yüzde 70’in hafif üzerine çıkarken, 2017’yi ortalamada yüzde 58’de kapattı. Nedir? TCMB önlemleri, artan dış maliyetler, risk iştahının sendelemesi ve daha bir sürü faktörle KVDB bankalardan diğer sektörlere kaymaktadır.
Özel sektörün dış borcuna yönelik belirli çalışmalar yürütülüyor. Sonuna dek doğru ve yerinde adımlar olduğunu belirtelim. Geç kalınmış olsa da burada disipline, bildirime, takibe gereksinim vardı. Özel sektörün kısa vadeli kredi borcu Ocak ayı itibarıyla 18.8 milyar dolar. 14.2 milyar dolarlık kısım finansal kuruluşlarda. Bunun içerisinde bankalar payı yüzde 80. Uzun vadeli kredi borcu ise 225.7 milyar dolar. 115.6 milyar dolarlık kısım finansal kuruluşlarda. Finansal kesim dışı firmaların net döviz pozisyonu -212.6 milyar dolar. Bu noktada eldeki rakamların nispeten sevindirici olan tek kısmı kısa vadeli net döviz pozisyonunun Aralık 2016’dan bu yana artıya dönmüş olması. Aralık 2017 verisine göre 7.9 milyar artı veriyoruz.
Netleştirme kısmını uluslararası yatırım pozisyonu rakamları ile yapalım. 2016 yılında Türkiye’nin UYP seviyesi -366.4 milyar dolar iken 2017’de -453.4 milyar dolar seviyesine yükseldi. Yıllıkta yüzde 24 artış gerçekleşiyor. Türkiye ekonomisini kaba hesap 900 milyar dolar kabul edersek yüzde 50’ye tekabül ediyor. Aşırı yüksek demek ne kadar yanlışsa risk yok demek de bir o kadar hatalı olur.
Yerel para birimlerinin değer kaybetmesi, mevcut ticaret ortamında, üstelik korumacılığın tartışıldığı bu dönemlerde rekabet açısından dikkat çekiyor. Ancak ülke borç yapıları, rekabetçilikten yararlanma ve her şeyden önemlisi ne ölçekte oynaklık sergileyerek zayıfladığı gelecek algısı açısından daha kritik.