Tıp akademisinde vardığımız nokta: TUS tufanı ve kağıttan profesörler

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Sağlık konusunda yaşadığımız deniz çekilmesi, aslında akademik alanda yaşadığımız tufanın karşılığıdır. Çok değil bundan 20 yıl öncesine kadar, tıp mesleğini (sağlık, hastalık ve hasta) çok iyi bilen hekimlerimiz vardı. Biz öğrenciyken hocalarımız demişti ki "bir doktor, hasta kapıdan girip sandalyeye oturana kadar derdini anlamazsa bir daha anlayamaz". Bu saptama aynen doğrudur; hastanın sıkıntısının boyutu, müzmin olup olmadığı, ağrısı-sızısı var mı, tedirgin mi değil mi, daha hiçbir şey sormadan yüzünden ve duruşundan (postür denir) anlaşılabilir. Ne var ki geçen hafta sözünü ettiğim Amerikan tarzı tıp bilimi anlayışı, hekimliği meslek ve sanat olmaktan çıkarıp, yayın sayısı, TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) puanı, yeterlilik sınavı gibi bir takım rakamsal değerlere bağladı. Böylelikle akademik yükseltme denen doçentlik ve profesörlük kavramları doğrudan ve sadece bilimsel yayın sayısıyla ilişkilendirildi. Üstelik, nasıl bir yetersizlik duygusuyla özellikle bir Amerikan kategorizasyonu olan "SCI ve SCI Expanded" kapsamındaki yayınlar. Neyi araştırdığın, nasıl açıkladığın önemli değil, o dergilerde bir şey yayınla da nasıl yayınlarsan yayınla.

Dahası bu kuralları dayatan kişilerin çoğunun yayın listelerine baktığınızda gördüğünüz acı gerçek şudur ki, doğrudan kendilerinin yaptığı (ana fikrini kendilerinin oluşturması da dahil) bir araştırma, yazdığı bir makale zaten bulunmamakta. İşte bunlar "akademinin düşmanlarıdır" (Lindsay Waters (Harvard Üniversitesi Yayınları beşeri bilimler yayın yönetmeni), Boğaziçi Üniversitesi Yayınları 2009). Bunlar "gerçek değil", "kağıttan profesörlerdir"; ilimi, bilimi ve tıbbı "yayın puanı ve kongre katılım sertifikası"na, hastayı ise "klinik araştırma dosyasına" indirgeyenlerdir, olsa olsa kendi akademik hiyerarşilerini yaratırlar. Konunun iyi anlaşılması için yine vaka örnekleri vereceğim, çok değil sadece son iki haftada karşıma gelen, gerçek hasta öyküleridir.

O uzun uzun makaleler, yaratır daha ziyade "kağıttan profesörler"!

TT, 55 yaşında erkek hasta, kronik hepatit B taşıyıcısı ve kronik karaciğer hastası. Hastaya ayrıca multiple miyelom denen kemik iliği kanseri tanısı konuyor. Karaciğeri değerlendirmek için görüntüleme isteniyor; radyolojik tanı "multiple miyelom, karaciğer metastazı". Multiple miyelomun karaciğere metastaz yaptığını gören bilen yok, ama bir kere "kanser" lafı edilmiş ya, oradaki (TUS ürünü) kıdemli asistan, "metastaz" diyor. Hasta yakını bu aşamada bir de Çapa'dan (İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi) görüş alalım diye bize geliyor, "bu metastaz değil, nodüler siroz, sakın kemoterapi yapmayın" demeye kalmadan hasta zaten kaybediliyor.

UU, 60 yaşlarında erkek hasta, düşme sonrası sırtında başlayan ağrılar nedeniyle konunun uzmanı olduğunu düşündüğü bir profesöre gidiyor. Profesör hastanın "13 nokta 000" olan PSA değerini yanlışlıkla 13 bin okuyor. Mesele sırtındaki ağrıyla birleştirilince "prostat kanseri, kemik metastazı" olarak düşünülüp, prostatından biyopsi yaptırılıyor. Bu biyopside de o yaş erkeklerin bir kısmında bulunabilecek sessiz bir tümör odağı saptanıyor. Yani, şikayete tanı yakıştırılıyor. Neyse ki bu aşamada hasta Çapa'ya geliyor.

SS, 65 yaşında erkek hasta, günde dört paket sigara içerken, ortaya çıkan nefes sıkıntısı nedeniyle hastaneye başvuruyor. "Olsa olsa KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastalığı) başlangıcıdır" deyip (en tehlikeli "kıvırtma" biçimidir: "başlangıcı") dayıyorlar ilacı. Üstüne domuz gribi aşısı oluyor, bu sefer duruma bir de aşıya bağlı grip tablosu ekleniyor. Tansiyonu önce hastayı bayıltacak kadar aşırı derecede düşüyor. İstenen ilaçlı BT sonrası, (olasılıkla ilaç böbreklere dokunduğundan) bu kez hipertansiyon ortaya çıkıyor. Hasta bu aşamada doktoruna bir kez daha gidiyor, ama doktor Amerika'ya kongreye gitmiş. Hasta Giresun'dan kalkıp Çapa'ya geliyor.

… (Vaka çok, yerimiz yok).

Peki tufan gelince ne olur kağıttan profesörler?

Sonuç olarak  "artık zengini de, mevki sahibi de sadece ve sadece 'iyi bir hekim' arayışında", çünkü bu noktada (gülümseyiniz!) "para da sorunu çözmüyor". Sevgili Sağlık Bakanım ve YÖK Başkanım çok iyi bilsinler, bu örnekler devlet ve sonradan olma üniversite hastanelerinde yaşanıyor, özel hastanelerin durumunu söylememe gerek bile yok, herkes çok iyi biliyor. TUS tufanıyla mezun edilen doktorlar, önce diplomalı branş cahillerine dönüşüyor. Doktorun cahil olduğu ortamda, diploma, yayın sayısı, kongre katılımı, yeterlilik belgesi ve akademik "titirler" daha kalın, "kuşe kağıttan profesörler" yaratıyor.

Sorun bir TUS tufanıdır. Tufan gelince (ve dahası iyi eğitimliler Tam Gün'le kaçırılırsa), kalın kuşe kağıttan profesörler, kaçalım diye katlayıp kayık yapsanız bile birer birer, su çekip batar gider.

İşte onlar Yenikapı Batıkları gibidir, çok geçmez çamur üstlerini örter.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar