Ticaret savaşlarının gölgesinde global büyüme
Her ne kadar biraz da sürpriz bir şekilde ilk çeyrekte ABD ekonomisi yüzde 3.2 büyüyerek son dönemde hayli istim üzerinde gözükse de, bu büyüme trendinin sürdürülebilir olup olmadığı oldukça tartışmalı. Nitekim, Atlanta Fed’in son “şimdi-tahmin”leri (nowcast), 2. çeyrekte büyüme hızının yüzde 1.2 civarlarında olduğu yönünde. Piyasa ekonomistlerinin ekseriyeti de yılın 2. yarısında ABD ekonomisinin yavaşlayacağını öngörmekteler. ABD ekonomisinin iş döngüsünün son yükselme evresinde olduğu ve bundan sonra yavaşlama evresine geçeceği ifade edilmekte. (Bu durum henüz rakamlara yansımamış olsa bile, Trump’ın Fed’in faiz düşürmesi yönünde mütemadiyen baskı yapmasının arkasındaki sebebin ileriye dönük bu negatif beklenti olduğu da muhakkak.)
ABD (şimdilik) iyi bir performans göstermeye devam ederken aynı şeyi diğer gelişmiş ülkeler, ve özellikle de Euro bölgesi için söylemek mümkün değil. Avrupa kısa ve zayıf süren bir toparlanma döneminden sonra tekrar bir yavaşlama süreci içine girmiş durumda. 2018’deki yüzde 1.8’lik büyümeden sonra bu ve önümüzdeki sene için büyüme beklentileri yüzde 1.3 civarında. Özellikle Almanya ekonomisini etkisine alan imalat sanayindeki durgunluk bu yavaşlamada etkili oluyor. Japonya için ise durum daha da kötü: Beklentiler 2019’da yüzde 0.6-1.0, 2020 için ise yüzde 0.2-0.5 arasında.
Bu tahminlere henüz ABD-Çin ticaret savaşlarının olası etkileri de dahil edilmiş değil üstelik. Halbuki, iki ülke arasındaki ticaret hacminde çok hızlı bir daralma söz konusu. Çin’in ABD tarafından gümrük vergisine tabi tutulan ve 2018’de 250 milyar dolarlık bir hacim oluşturmuş mallarının ihracat hacmi Mart ayı itibarıyle yüzde 30 civarında düşmüş durumda. Hal böyle iken, zaten son 3 yıldan beri kredi sorunlarıyla boğuşan Çin ekonomisinin önümüzdeki dönemde teklememesi imkansız. Her ne kadar, Çin ticaret müzakerelerinde kuyruğu dik tutmaya çalışıyorsa da kaybedecek olanın daha çok kendisi olduğu açık. (Tahminler ticaret savaşlarından ABD ekonomisinin yüzde -0.5, Çin’in ise yüzde -1.0 etkileneceği yönünde. Ben net etkinin Çin’in aleyhine daha yüksek olabileceği kanaatindeyim.)
Bu global çaptaki belirsizlik ve gergin bekleme ortamı sermaye harcamalarına da sirayet etmekte. Sermaye yatırımı iştahı oldukça düşük seviyelere gerilemiş durumda. Bu ortamda ihracat kompozisyonunda yatırım malı ağırlığı bulunan ülkelerin (G.Kore, Almanya, Japonya ve Meksika gibi) daha çok etkileneceği öngörülüyor. Ancak etki sadece bununla da sınırlı kalmayacaktır. Bugünlerde petrol fiyatlarının jeo-politik nedenlerle yüksek seyretmesine kanmayalım. Dünya büyümesi yavaşladıkça emtia fiyatlarında gerileme olması kaçınılmaz. (Nitekim Bloomberg’in emtia endeksi son 12 ayda 90 değerinden 80’e düşmüş durumda.) Bu da hammadde ihracatçısı gelişmekte olan ülkeler açısından da kötü bir haber olacaktır.
Küresel büyümeye Türkiye ekonomisi açısından baktığımızda ise: İmalat sanayi ihracatımızın menfi şekilde etkileneceği bariz. (Bu durumu özellikle otomotivde sene başından beri net bir şekilde gözlemliyoruz.) Zaten son yıllarda çeşitli sebeplerden iyice cılızlaşan doğrudan yabancı yatırımlarda bir canlanma mevzu bahis bile olmayacaktır. 2009 sonrasında olduğu gibi küresel likiditenin rekor boyutlarda artırılmasıyla bize de sıcak para yağması gibi bir durum da olası değil. Küresel risk iştahı da düşük kalmaya devam ettiği sürece, Türkiye ihtiyaç duyduğu yabancı kaynakları bulmakta zorlanmaya devam edecektir. Hal böyle iken, “ufak tefek tedbirlerle günü geçirelim, nasıl olsa global piyasalar yakında tekrar açılır, biz de İMF’ye düşmeden durumu kurtarırız” gibi bir saik ile hareket etmek doğru olmayacaktır.