Teşvikte ahlaki risk

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Sorunların ve tartışmaların reel sektör üzerine yoğunlaşmasıyla (ki bu da temel ve yapısal yetersizliklere dönüş anlamında kendi başına olumlu bir gelişmedir), beklendiği gibi teşvik haberleri gündemi dolduruverdi. Kuşkusuz ekonomik potansiyelin stratejik önceliklere göre harekete geçirilmesi bağlamında kaynak dağılımını yönlendirecek bir teşvik politikası kamunun öncelikli görevleri arasında; ancak geçmiş deneyimleri ve işletmelerimizin alışkanlıklarını dikkate aldığımızda, birbirinden farklı bir dizi destek çağrısı insanı kaygılandırıyor ve kafa karıştırıyor. Ekonominin kaynak kısıtları ve kamu Maliyesi'ndeki ince denge de düşünülünce, sanayi stratejisi ile birlikte çok büyük bir önem taşıyacak yeni teşvik sistemi tasarımının herkesi memnun etme ve hedef çokluğu ile başetme çabası ile gölgelenmesi riski hiç de az değil.

Ahlaki risk boyutu

Şimdi olduğu gibi talebin, kalitenin ve verimliliğin değil sadece üretimin belirleyici olduğu dönemin bir ürünü olan eski teşvik anlayışı, piyasalardaki dönüşüm ve küreselleşme eğilimi otuz yıla yakın bir zamandır ortaya çıktığı halde, bugüne kadar hakimiyetini sürdürüyor. Ne kapsam ne de amaç yönünden belirgin öncelikleri ve elle tutulur bir performans kriteri bulunmayan bu sistem, üretimin kapasitesini yeterince güçlendirmediği ve rekabet gücüne ölçülebilir bir katkı yapmadığı gibi reel sektörün yapısal zaaflarına, azaltmak şöyle dursun, yeni boyutlar ve ahlaki bir risk katmış görünüyor.

Tıpkı vergi aflarında olduğu gibi, hedefleri, öncelikleri ve denetimi iyi tasarlanmamış bir teşvik politikası, zaman içinde kanıksanıyor ve hayatın doğal bir parçası gibi algılanıyor. Firmaların aslında kendi maliyetlerine ve faktör verimliliklerine göre şekillendirmeleri gereken kararları, teşviğin sağladığı rahatlama ile piyasanın gerektirdiği bir fiyatlama, istihdam ya da stoklama pozisyonunu görünüşte sağlıyor ancak bunu yapay bir rekabetçilik olduğunu gözardı ederek yapısal ve kurumsal zaafları yerine karlarını maksimize etmeye odaklanmalarına yol açabiliyor. Teşvik sona erdiğinde ya da kaldırıldığında firmalarının önemli bir bölümünün hazırlıksız yakalanması, hatta bunun haklarının ihlali şeklinde görmeleri bundan.

Sadece üretimi, o da belgeler üzerinden, izlemeye dayanan ve başkaca bir performans kriteri gözetmeyen bir teşvik düzeninin, bugün ölçek sorunu yaşayan, işletme sermayesi bulamayan ve finans sistemine bir türlü eklemlenemeyen, Basel-II kriterlerine uyumu kabus gibi görmekten bir türlü kurtulamayan KOBİ'lerimizin bu durumda da payı olduğunu görmezden gelebilir miyiz?

Dışsallıklar azalınca

Sorunun bir başka boyutu, piyasa ekonomisine giriş tercihinin yapıldığı 50'li yıllardan bu yana "devlet eliyle özel sermaye birikimi yaratılması" politikasının sürgit uygulanacağına dair inanç ile ilgili. Oysa birincisi bugün varılan aşamada sorun sermaye birikiminden ibaret olmaktan çıkmış, daha çok rekabet gücünü ve verimliliği ilgilendiren bir nitelik kazanmış. İkincisi yeni küresel koşullarda himayeci politikaların hem kısıtları var, hem de başarı şansı az. Şimdilerde dünya devlerinin ABD hükümeti desteğiyle ayakta durmalarından felsefi bir dayanak bulmak da mümkün değil, çünkü geleceğe yönelik teşvik sistemi tasarlamak başka şeydir, ekonomik sistemi çöküntüden kurtarmak için yapılan operasyonlar başka!..

Hele son iki yıla kadar kontrolümüz dışındaki küresel koşulların sağladığı olumlu dışsallıklar azalmaya, hatta ters dönmeye başlayınca daha da önem kazanan Türkiye'nin kendi dinamikleri ile sağlayacağı yapısal dönüşüm ve göstereceği performans, her zafiyet ve verimsizlik alanına devletin telafi edici destek vermesi şeklindeki bir teşvik anlayışı ile elde edilemez. Çünkü böyle bir durumda, 2008 ikinci çeyreğindeki çarpıcı düşüş gibi dalgalanmalardan uzak kalıcı bir büyüme kulvarına oturmak zorlaşır. Kamusu özeli, finans-reel tüm sektörleri ile içinde bulunduğumuz geminin sikleti sıklaşan ve büyüyen dalgalara dayanacak güce böyle ulaşamaz.

Belirli bir stratejik rota ile ilgisi olmayan "her konuda destek" arayışındaki güçsüz işletmeler ve sürdürülmesinde zorluk çekilen büyüme temposu, aynı zamanda tasarruf açığının giderilmesi için ihtiyaç duyulan küresel sermayenin açısından cazibemizi de azaltır; çünkü sermayeyi çeken büyüme potansiyelidir.

Nasıl olmalı?

Dolayısıyla yeni teşvik düzeni tasarımından beklenen, kapsanan temel ekonomik politika alanlarında ve sektör/bölge boyutlarında konjonktüre ve tek tek firmalara göre değişmeyecek ana doğrultuların ve dönüşüm hedeflerinin belirlenmesi, böylece bu genel çerçevenin dışında kalan ve yurtiçi katma değer üretimine ya da rekabetçi üretim kapasitesine net katkısı sınırlı alanlardaki irrasyonel beklentilerin önüne set çekilmesidir. Böylece hem sınırlı kaynakların daha doğru kullanılması, hem de büyüme dinamiklerinin güçlendirilerek ilave kaynak çekilmesi mümkün olacaktır. Bu süreç, genelde KOBİ boyutlarında olan şirketlerimizin ölçek, teknoloji, finans, pazarlama ve kurumsallaşma alanlarında ufuk açıcı fırsatlarla buluşmasını da sağlayacaktır.

Bu bakımdan bölge, sektör ve proje öncelikleri itibariyle tutarlı, gerçekleştirilebilir ve uygulama/denetim süreçleri belirlenmiş bir sistem tasarımının bir an önce kesinleştirilmesinde ve firmalara kendilerini buna göre adapte etmelerini sağlayacak bir rota çizilmesinde büyük yarar var. Hangi bölgelerde ne tür tarımsal endüstri ya da hangi teknolojide tekstil veya hangi emek sermaye bilişiminde imalat sanayilerinin destekleneceği, rekabet, verimlilik ve insan kaynakları yönünden performans kriterlerinin ne olacağı, yatırım projelerinin nasıl izlenip denetleneceği temel ilkeler olarak belli edilmeli. İşgücü, hammadde, çevre ve ulaşım altyapısı yönünden darboğazları öngörmeyen düzenlemeler, son "tekstil ve deri eylem planı" nda olduğu gibi amaç isabetli bile olsa uygulamada tökezleyebilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019