Teşvik ve istihdam paketinin görünmeyen yönleri...
Geçtiğimiz hafta ortasında, Başbakan tarafından açıklanan teşvik ve istihdam paketi muhtemelen kapalı kapılar ardında tartışılacak; zaman içinde ilk aşamada dile getirilen ekonomik hedefler ikinci planda kalırken, siyasi hesaplar gündeme gelecek değişikliklerin sebebi olacak. İş dünyası kaynaklı değerlendirmelerin genelde ılımlı veya olumlu bir görüntü sergiliyor olması paketin hepsi tarafından beğenildiği anlamına gelmiyor; sadece kendileri lehine olası değişiklik kanallarının kapanmaması için ihtiyatlı olma ve tepki çekmeme ihtiyacından kaynaklanıyor. Bu yazıda konunun konuşulmayan taraflarını irdelemeye çalışacağız.
Anahatlarına bakıldığında Türkiye'nin dört farklı bölgeye ayrıldığı, belirlenen on iki sektörde 2010 yılı sonuna kadar devreye girecek yeni yatırımların öngörülen teşviklerden yararlanacağı anlaşılıyor. Sosyal güvenlik kurumu işveren payının bölgelere göre farklı süreler ile devlet tarafından üstlenmesi, kurumlar vergisinin belirlenmiş sürelerle sınırlı olmak koşulu ile yüzde 10 ile 2 arasında uygulanması, üçüncü ve dördüncü bölgeler için hem arazi tahsisi hem de yatırımda kullanılacak kredilerin faiz ödemelerine destek verilmesi teşvik paketinin içeriğini oluşturuyor. Devreye girmesi beklenen bu yatırımların istihdama belirgin bir katkı yapacağı öngörülüyor; ayrıca 120 bin kişiye sosyal amaçlı faaliyetlerde iş yaratılması, 100 bin lise mezunu işsize 6 ay süreli staj imkanı sunulması ve 200 bin kişinin mesleki eğitimden geçirilmesi istihdam önlemleri içinde yer alıyor.
Bu aşamada bazı saptamalar ve sorular ile açıklanan paketin görünmeyen yönlerini açığa çıkarmak gerekiyor. Malum nerede ise tüm sektörler gerek iç gerekse dış talep yetersizliğinden yakınır iken yeni yatırımların devreye girmesi durumunda dengesizlik daha da büyüyecek, arz fazlasındaki artış fiyatları ve faaliyet gelirlerini aşağı çeker iken, kullanılan kredilerin geri ödemesinde sorun çıkabilecek!.. Diğer tarafta öngörülen teşvikler daha önce yapılmış yatırımlar aleyhine ve yeniler lehine haksız rekabet yaratabilecek; toplam istihdam amacına ulaşılamadığı gibi yapısal sorunların ağırlaşması söz konusu olabilecek. Daha önce kişi başına gelirin 1500 doların altında olduğu illere yapılacak yatırım teşviki neden amacına ulaşamadı ise benzeri şekilde sonuç farklı alınamayabilir; zira küresel düzeyde talep canlı ve likidite bol iken birinci bölgeden teşviklere rağmen üçüncü ve dördüncü bölgeye kaymayan yatırımların daha olumsuz koşullarda harekete geçmesi olasılığı pek yüksek görünmüyor.
Bölgesel dengesizliklerin azaltılması tabii ki önemli, fakat hedefe ulaşabilmek için konunun tüm boyutları ile ele alınmış ve entegre edilmiş olması gerekiyor. Üçüncü ve özellikle dördüncü bölgede yeni uzmanlaşma konusu ne olacak ve üretilen mallar hangi pazarlara sunulacak ve rekabet gücü ne olacak? Vergi gelirleri açısından birinci bölgede yaşanacak kayıplar ne oranda telafi edilecek ve bütçe üzerindeki etkisi ne olacak? Türkiye'nin dış politikası ne oranda değişecek ve diğer konulara etkisi hangi düzeyde olacak? Türkiye dört bölgeye ayrılır iken gelişmişlik farkları mı yoksa son yerel seçimlerdeki oy dağılımları mı hesaba katıldı? Benzer nitelikteki soruları çoğaltmak mümkün ancak net yanıtları bulmak ve belirsizliği azaltmak bugün için pek mümkün görünmüyor. Hükümetle diyalog içinde olmak mı pazarlık şansı için lobi yapmak niyetinde olan iş dünyasının ılımlı ve olumlu değerlendirmelerini de şüphe ile karşılamak gerekiyor.
Ülkemizde oldukça uzun süredir uygulanan, yapısal sorun ve dengesizlikleri ağırlaştıran temel yaklaşımlar değişmediği sürece gündeme gelen teşvik ve istihdam paketlerinde amaca ulaşılması zor görünmeye devam ediyor...