Tersine küreselleşme dönemi
Küreselleşme, ekonomilerin ticaret, yatırım, teknoloji transferi ve göç gibi yollarla birbiri ile daha fazla bağlı hale gelmesi olarak tanımlanabilir. Küreselleşme kavramı hayatımıza 1970’lerin sonundan itibaren tekrar girmeye başlamıştı. İki Dünya savaşı arasında ve sonrasında ekonomiler içlerine kapanmış, sınırlı miktarda ithalat ve ihracat yapar durumdaydı.
1970’lerin sonundan itibaren bu durumun değişmeye başladığını ve gelişmekte olan ülkelerin de içinde olduğu bir süreçte ekonomilerin birbirleri ile daha fazla eklemlenmeye başladığına şahit olduk. Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması ile süreç daha da hızlandı ve ekonomilerin hem ticaret hem de sermaye hareketleri ile bağlantıları giderek arttı.
Donald Trump yönetimi ve küreselleşme
Donald Trump yönetime geldiğinden beri tarifeleri önemli bir politika aracı olarak kullanamaya başladı. ABD’yi tekrar eski parlak yıllarına döndürmek istediğini ve bunun için tarife politikaları kullanacağını net bir şekilde dile getiriyor. Esasen, Trump ekibinin hedefi ABD’yi bir tüketim ekonomisi olmaktan çıkartıp tekrar sanayileşmesini sağlamak. ABD ekonomisi gibi devasa bir ekonominin yönünü değiştirmek elbette kolay olmayacak. Bu büyüklükte bir ekonominin hareketini transatlantiklere benzetebiliriz. Siz rotayı şimdi değiştirmek isteseniz bile bu zaman alır. Bunun dışında, geminin yönü birçok dışsal faktöre de bağlı olabilir. ABD ekonomisinin durumu da bundan farklı değil.
Trump politikalarının yarattığı belirsizlik ortamı kısa vadede beklentileri olumsuz etkiledi. Hanehalkı tüketim konusunda daha çekingen davranırken ve şirketlerin stratejilerini yeni ortama göre tekrar gözden geçirdiği gözleniyor. 2025 yılı ilk çeyreği için yapılan ilk tahminler ABD ekonomisinin daraldığına işaret ediyor. Bu gelişmelerin hisse senedi piyasalarında da yansımalarını gözlemliyoruz. Yılbaşından bu yana ABD borsaları dünya borsalarından, özellikle de Avrupa borsalarından olumsuz yönde ayrıştı. Bu gelişmeler nedeniyle FED’in 2025’te üç kez faiz indirimi yapabileceği tartışılıyor. Belirsizliklerin bu kadar yüksek, enflasyonist baskıların olduğu bir ortamda FED’in elinin bu kadar rahat olmayacağını düşünüyoruz.
Başkan Trump ise politikaları ve uygulama hızından gayet memnun görünüyor. Politikaların etkisi ile kısa vadede üretimin olumsuz etkilenebileceğini, enflasyonun artabileceğini ve varlık fiyatlarının düşebileceğini kabul ediyor. Fakat uygulanan politikaların orta-uzun vadeli etkilerinin ABD refahı üzerinde olumlu olacağını savunuyor. Dolayısıyla, Başkan Trump’ın politika değişikliğine gitme ya da uygulamaların hızını azaltma gibi bir niyeti yok. Bu belirsizliklerin zaten duraksama eğilimine girmiş olan dünya ticaretinde gerilemeye yol açması kaçınılmaz görünüyor.
Bu süreçte neler yapabiliriz?
Bu konuda bize fikir verecek bir çalışma Dalia Marin ve arkadaşları tarafından yayınlandı.* Onların bulguları da küreselleşmenin 2008 krizi sonrasında sekteye uğramaya başladığını gösteriyor. Bunun sebebini de artan belirsizlik olarak yorumluyorlar. Artan belirsizlik ortamı uluslararası bir tedarik zinciri kurmayı daha riskli hale getiriyor. Yazarlar gelişmekte olan ülkelerde artan belirsizliklerin üretimin merkez ülkeye kaymasına sebep olabildiğini gösteriyor. Özellikle otomasyonun mümkün olduğu sektörlerde bu durumun daha yaygın olduğu anlaşılıyor.
Şirketlerin artan tedarik zinciri riskine karşılık üretimi merkeze kaydırmak yerine yakın ülkelere kaydırdığı (nearshoring) da gözlemleniyor. Geçtiğimiz senelerde Türkiye kendi deneyleri nedeniyle bu tür yatırımları cezbetme açısından çok zaman ve kaynak kaybetti. Mevcut durumda politika belirsizliğini azaltarak ve dış politikada yapıcı bir çizgi izleyerek tersine küreselleşme sürecinden, en azından bazı sektörler açısından, kazançlı çıkabilir. Avrupa Birliği ile yakınlaşma ve karşılıklı kazanca dayalı politika adımları bu açıdan oldukça değerli.
* https://cepr.org/voxeu/columns/global-value-chains-world-uncertainty-and-automation