“Tembellik Hakkı” ve Endüstri 4.0

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Aşağıdaki gelecek tahminine 15–20 yıl önce sadece gülüp geçilirdi herhalde: “Yarının fabrikalarına gittiğiniz zaman sadece yüzlerce robot ile bir köpek ve bir bekçi göreceksiniz. Bekçinin görevi köpeği doyurmak, köpeğin görevi de bekçiyi robotlara yaklaştırmamak olacak.” Günümüzde böylesi bir gelecek tahmini kimseyi güldürmüyor artık. Tersine 15-20 yıl sonra, belki daha da erken, karşılaşabileceğimiz bir tablo olarak gözüküyor. Nitekim bu yılın Davos Toplantısı konusu da böylesi bir işyerinin işaretlerini veren Dördüncü Sanayi Devrimi veya kısa adıyla Endüstri 4.0.

Gelecek bizi bambaşka bir iş hayatına mı taşıyacak? Fransa Sosyalist Partisi kurucularından Karl Marks’ın damadı Paul Lafargue’ın (1842-1911) “Tembellik Hakkı” adlı kitabında öngördüğü günde 3 saatlik çalışma süresi gerçek mi olacak? Yoksa bu süre daha da mı azalacak? Kazandığımız zamanı Paul Lafargue’ın öngördüğü gibi kültür ve sanatla mı dolduracağız, yoksa birbirimizle didişerek mi geçireceğiz? Beklenenin aksine alın terinin yerine geçen akıl teri daha mı çok çalıştırmaya mecbur kılacak insanları. Yoksa çalışma bir keyif haline mi dönüşecek? Daha çok çalışma mı, daha çok tembellik (boş zaman) mı bekliyor bizi gelecekte? (Eğer boş zamanı sanatla, kültürle, çeşitli hobilerle doldurabileceksek bu süreye boş zaman değil, dolu zaman demek daha doğru olur herhalde.)

Aşağıda çalışma ile tembelliği mizahi olarak karşılaştıran bir tablo sunuyoruz. Tablonun A harfi ile sıralanan numaraları çalışmayı, B ile sıralananları da tembelliği simgeliyor.

A1: Çalış, daha çok çalış, hep çalış!

B1: Çalışma dinlen! Dinlenen birini görürsen otur ve ona yardım et!

A2: Bir işe başlamak hiçbir zaman geç değildir! Çalışmak için her yaş her yıl uygundur. 

B2:  Çalışmak insanı yorar. Her yaşta her yerde fırsat buldukça dinlen!

A3: Çalışmanın süresi ve zamanı yoktur. Unutma! Gün 24 saat, hafta 7 gün, yıl 52 haftadır. Hepsi de değerlendirilmeyi bekliyor. 

B3: Gündüzleri dinlen ki, geceleri rahat uyuyabilesin!

A4: Bugünü işini yarına bırakma!

B4: Evet, bugünün işini yarına bırakma! Ama erteleyebildiğin kadar ertele!

A5: Olabildiğince bilgilen, planla, karar ver ve eyleme geç.  Unutma, bu sürecin en önemli aşaması eylemdir. O da çalışmadan olmaz. İ.Ö. 300’lü yıllarda yaşayan Haham Hillel’in öğüdü kulağına hep küpe olsun: “Şimdi değilse ne zaman?”

B5: Eylemi bırak, dinlenmeye bak! Eylem insanı yorar. İçinden bir eyleme geçme isteği geldiğinde o şeytanı hemen kov. Otur ve bu tehlikeli isteğin geçmesini bekle!

A6: Zorunlu olmadıkça borçlanma. Mümkün olduğunca tasarruf et, yatırım yap ve büyümeye çalış. Unutma, başarının değişmeyen kriteri büyümektir. 

B6: Tasarruf edip yarınını değerlendirmeye çalışacağına borçlan ve bugününü değerlendir! Unutma, yarın ne olacağı, hatta senin var olup olmayacağın bile belli değil!

A7: Borçlanırsan yatırım için borçlan! Yatırımın kârlılığı borcun faizinden yüksek olduğu sürece borçlanmaktan korkma. Unutma! Borç yiğidin kamçısıdır. Kamçı borcun faizi, yiğitlik yatırımın kârlılığıdır. Hızlı koşarsan kamçıyı yemezsin!  

B7: Kaçarak koşarak kendini boşuna yorma! Koşma dinlen! Koşuyorsan yürü, yürüyorsan dur, duruyorsan otur, oturuyorsan yat. Hem de yan gelip yat!

A8: Külfetlerini nimetlendir, ama başkalarını külfetlendirerek nimetlenme yoluna gitme. İşin rant değil değer yaratsın. Çalışmanın karşılığını almayı da ihmal etme. Haham Hiller’in bir başka öğüdünü de unutma: “Sen kendin için değilsen, kim senin için?”

B8: Çalışma, başkalarını çalıştır. Külfetlenmeden nimetlenmenin yollarını ara. Hayatın tadı öyle çıkar. Bak! Yarın robotları da külfetlendirerek nimetlenebileceksin. 

Evet, konunun mizahı böyle. Gerçek olan ise yepyeni teknolojilerle geleceğin bizi bambaşka bir dünyaya doğru taşımakta olduğu gerçeği.  Esasen çalışma olgusunun tarih boyunca geçirdiği evrimleşme sürecine baktığımızda buna şaşmamak gerek. Avcı ve toplayıcı toplumdan yerleşik tarım toplumuna ve oradan sanayi toplumu ve şimdi e-bilgi toplumuna doğru geçen süreçte çalışma olgusu hem nicel ve hem nitel olarak sürekli değişiyor. Yine değişim sürecinin giderek hızlandığına şahit oluyoruz. Geçmişte 70-80 yıl süren değişim süreçleri 20-30 yıllara, giderek 5-10 yıllara doğru iniyor. Çalışma süreleri de buna paralel bir değişim gösteriyor. Sanayi toplumuna girerken 1750 yılında 2 bin 600 saat olan çalışma süresi, sanayi toplumuna girişin başlangıcında 1800 yılında 3 bin 500 saate çıkarak önemli bir sıçrama gösteriyor. Daha sonra giderek düşme eğilimine giriyor. 1900 yılında 2 bin 750, 1950 yılında 2 bin 600 saate iniyor. Bu süreç ileriki yıllarda hızlanarak devam ediyor. Yıllık çalışma süresi 2000 yılında bin 500 saate kadar iniyor. Günümüzde bu sürenin bin 300- bin 400 saat seviyelerine kadar indiği tahmin ediliyor. Artık Paul Lafargue’ın ideal çalışma süresine ulaşmak üzereyiz. Belki daha da aşağıya inilecek. Sadece kas gücü gerektiren emek işlevlerinin değil, birçok fikri emek işlevlerinin de makine ve robotlara devredildiği bir döneme girdik. Fikri emeğin daha üst seviyedeki işlevleri kalıyor insanlara. Çalışma bir zahmet olmaktan çıkıp bir mutluluk kaynağına mı dönüşecek? Yoksa bilemediğimiz bambaşka bir çalışma dünyası mı bekliyor bizi? Dünyamızı bilimle zenginleştirip sanatla güzelleştirerek cennete dönüştürebilecek miyiz? M2M (Machine to Machine) ile ifade edilen makinalardan makinalara iletişim, IoT (Internet of Things) ile ifade edilen nesnelerin interneti, yapay zeka, Endüstri 4.0 ve diğer gelişmeler bu değişimin habercileri olarak artık gündemimizin baş köşelerinde yerlerini alıyorlar. 

Sonuç olarak akıl terinin öneminin giderek arttığı bir dönemdeyiz. Bilgi toplumunun rüzgârı şiddetini artırarak esmeye devam edecek. Bu durdurulamayacak rüzgâra karşı korunma duvarları değil, onu değerlendirecek yel değirmenleri kurulması gerekiyor. Yel değirmeni de kızıyla oğlanıyla, kadınıyla erkeğiyle tüm insanlarımızı çağdaş bir eğitimle ve çağdaş mesleklerle donatmak olmalı. İnsanlarımıza bilgi toplumunun en baskın paradigması olan ifade özgürlüğü olabildiğince sağlanmalı. İfade özgürlüğünün olmadığı yerde düşünce özgürlüğü de anlamsızlaşıp dumura uğruyor. Düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde ise bilim gelişemiyor. Bilgi toplumunun başta gelen gıdası olan yeni bilgiler üretilemiyor. İnovasyon zincirinin temel halkalarını oluşturan bilim, Ar-Ge, bilgi, teknoloji, girişimcilik halkalarının işlevselleştirilemediği bir ortamda bilgi toplumunun sağlayabileceği bilimsel, ekonomik, sosyal ve sanatsal nimetlerden yararlanılması mümkün olmuyor. 

Bu rüzgârın olabildiğince değerlendirilmesi iki yolun açılmasıyla mümkün. Bu yollardan biri insanlarımıza çağdaş eğitim ve çağdaş mesleklerin tüm imkânlarını olabildiğince sunmak, ikincisi de insanlarımızın ifade özgürlüğünü olabildiğince sağlayacak bir hukuk sistemi. 

Bu vesileyle iki yıl önceki bir dileğimizi tekrarlayalım. Yeni anayasamızın bir maddesi de eğitim harcamalarımızın milli gelirimizin yüzde 10 sınırının altına inmemesi şartı olsun.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017