Teknogirişimcilik (2)
Geçen haftaki yazımızda Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen Teknogirişim Sermayesi Desteği Programına ilişkin bilgi sunmuştuk. Bu Program çerçevesinde iyi eğitimli nitelikli gençlerin teknoloji ve inovasyona dayalı iş fikirlerinin katma değeri yüksek üretime dönüştürülmesi amaçlanmakta. Program TÜBİTAK destekleriyle de sürdürülerek gençlerimize önemli imkanlar sağlıyor. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Fikri Işık, DÜNYA Gazetesi’ne verdiği bilgi desteğin imkanlarını şöyle açıklıyor: “Yeni mezun bir genç, teknolojik bir şey bulmuşsa buna 100 bin lira teknogirişim desteği veriyoruz. Prototipinin geliştirilmesi aşamasında TÜBİTAK 550 bin liraya kadar yüzde 75’i hibe destek veriyor. Geliştirdi, üretim aşamasına geldiyse 10 milyon liraya kadar teknoyatırım desteği veriyoruz. Benim bütçemde 55 milyon lira ile 550 gencimizi 100’er bin lira ile destekleyecek teknogirişim ödeneği var. Bu sene (2014 yılı) sadece 284 firma, yani 284 gencimiz destek için gerekli kriterleri geçebildi. 77 milyonluk Türkiye’de, bu kadar genç nüfusun ve 180 üniversitenin bulunduğu bir ülkede bu rakam 284’te kalır mı?” (DÜNYA Gazetesi, 10 Kasım 2014.) Sayın Bakan başka bir demecinde de yurdumuzdaki teknoloji desteklerine ilişkin olarak benzer bir şikayetini aşağıdaki sözlerle dile getiriyordu: “Türkiye’de teknolojiyi destekleyen risk sermayesine TÜBİTAK olarak katkı veriyoruz. Sadece 2014 için, Bakanlığımızın büyük kısmı hibe olmak üzere, doğrudan vereceği destek miktarı 1 milyar 576 milyon lira. Endişem bu paraların kullanılmaması. Bu kadar potansiyel taşıyan bir ülkenin KOBİ’leri bu paraları kullanamıyor. Halbuki bu paralar yetmemeli.” (DÜNYA Gazetesi, 13 Şubat 2014).
Evet, yüksek katma değerli üretim ekonomik gelişmenin olmazsa olmaz şartı. Ülkemizin orta gelir tuzağından çıkıp üst gelir grubuna geçmesinin olmazsa olmaz şartı. Bu bağlamda teknogirişimcilik kilit bir önem taşıyor. Dolayısıyla teknogirişimciliğin desteklenmesi doğru bir tercih. Gerekli bir politika.
Burada teknogirişimcilik konusunun ülkemizde ele alınıp uygulanmasına ilişkin birkaç noktaya işaret etmek istiyoruz.
Teknogirişimcilik iki önemli niteliği içinde taşıyor. Biz bu nitelikleri iki meslek olarak tanımlamayı uygun buluyoruz. Bu meslekler bilgi toplumunun ekonomik arenasının dominant meslekleri olan teknokratlık ve girişimcilik. Bunlardan birincisi olan teknokratlık mesleği Ar-Ge, icat, keşif ağırlıklı. Kişide yenilikler yaratmaya yönelik nitelikler gerektiriyor. İkincisi ise girişimcilik. Ar-Ge sonuçlarına, icat ve keşiflere, kısaca ortaya konan yeniliklere ekonomik değer kazandırmaya yönelik bir meslek. Bunun için ortaya konana yeniliklerin ticarileştirilmesi, piyasalaştırılması gerekiyor.
Burada şu hususu tekrar vurgulamakta yarar var. Teknogirişimciliğin kritik özelliği yukarıda sözü edilen iki mesleği, yani teknokratlığı ve girişimciliği birlikte gerektirmesinden kaynaklanıyor. Diğer yandan bu iki meslek çok farklı nitelikler gerektiriyor. Muhakkak ki her iki mesleğin gerektirdiği niteliklerin aynı kişide bulunduğu örnekler bulmak mümkün. Fakat bunu çok ender rastlanan bir durum olarak kabul etmek doğru olur diye düşünüyoruz. Böylesi ender bir durum gerçekleşmiyorsa ya teknokratla girişimci bir işbirliğine, bir ortaklığa girecektir; ya da girişimci teknokratın ortaya koyduğu yeniliğin patentini veya uygulama hakkını satın alacaktır. Üçüncü bir yolda girişimcinin teknokratı yanında çalıştırmasıdır. Burada girişimci bir kişi ve kişiler olabileceği gibi bir kurum da olabilir. Nitekim başta büyük işletmeler olmak üzere birçok işletmenin Ar-Ge bölümlerinde çalışan araştırmacılar işletme personeli olarak görev yapmaktadır.
Yazımızın konusunu oluşturan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen Teknogirişim Sermayesi Programı Desteğinde teknokrat girişimci işbirliği en uygun yol olarak ön plana çıkmaktadır. Yurdumuzda böylesi bir işbirliğinin çok başarılı bir örneği, herhangi bir devlet desteği bile olmadan, 70-80 yıl önce Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya tarafında kurulan STFA şirketidir. Her ikisi de rahmetli olan Sezai Türkeş başarıl bir girişimci, Fevzi Akkaya da önemli icatlara imza atan başarılı bir teknokrat olarak küçük bir ölçekle yola çıkıp Türkiye çapında oldukça büyük bir ölçeğe ulaşan başarılı bir teşebbüsü (STFA) hayata geçirmişlerdir. Bu konuda muhakkak ki çok sayıda başarılı örnek bulunabilir.
Kanaatimizce 2008 yılından beri uygulanmakta olan Teknogirişim Sermayesi Desteği Programı daha ziyade teknogirişimciliğin teknokratlık mesleğini destekler bir nitelik taşımaktadır. Görebildiğimiz kadarıyla başvuruların değerlendirilmesinde de adayların girişimcilik niteliklerinden ziyade araştırmacılık kabiliyetlerine önem verilmektedir.
Esasen yurdumuzdaki genel yaklaşımın da bu doğrultuda olduğunu görüyoruz. İnovasyon konusunun ele alınıp değerlendirilmesinde konunun teknokratlık tarafı ön plana çıkarılmaktadır. İnovasyon denince daha çok Ar-Ge, icat ve keşifler, teknik yenilikler anlaşılmaktadır. Olayın girişimcilik yönüne gereken ağırlık ve önem verilmemektedir. Son 3 yıl jüri başkanlığı görevini üstlendiğim KOSGEB’in KOBİ ve Girişimcilik Ödüllerinde 8 yarışma alanından biri olan “Yılın İnovatif Girişimcisi” ödülü için yapılan başvurularda da bu durum belli oluyordu.
Esasen bu durum sadece teknogirişimcilikle ilgili değil. Ülkemizde girişimcilik sahip olduğu öneme uygun olarak algılanmıyor. Teknokratlık, Ar-Ge, icat, keşif ve yeniliklere göre daha basit bir işlev olarak kabul ediliyor. Girişimcilik bir meslek olarak değil, sermaye sahibi veya patronluk olarak algılanıyor. Teknokratlığa ve yöneticiliğe bir meslek olarak bakılırken, girişimcilik meslek kategorisinde görülmüyor.
Kanaatimizce bilgi toplumunun ortaya koyduğu ihtiyaçlarla meslekleşme konusu bugün girişimcilik için de gündeme gelmiştir. Joseph von Schumpeter’in geçen yüzyılın ilk çeyreğinde gündeme getirdiği “dinamik girişimci” kavramı günümüzde yeniden keşfedilmektedir. Sermaye sadece teknokratını ve yöneticisini değil, girişimcisini de aramaktadır. Girişimcilik sermaye sahibinden çocuklarına intikal eden bir statü değil, belirli nitelikler gerektiren bir meslek durumuna gelmiştir. Sermaye kendisini en iyi şekilde değerlendirebilecek girişimcilerini aramaktadır. “iç girişimcilik” veya “kurum içi girişimcilik” olarak Türkçeleştirdiğimiz intrapreneurship kavramı da esasen bu anlayışın bir sonucu olarak literatüre girmiştir. Girişimciler günümüzde sermaye sahipleri olarak değil, J. von Schumpeter’in dinamik girişimci için kullandığı çarpıcı bir ifade olan “yaratıcı yıkıcılar” (schöpferische Zerstörer) olarak sahneye çıkıyorlar. Gerçekleştirdikleri inovasyonlarla yüksek katma değerli üretimin yaratıcıları olarak ekonomik arenada yerlerini alıyorlar.