Teknogirişimci; teknokrat mı, girişimci mi?
Hep Avrupa’daki krizin yaralarını sarmaya başladığını ve iyi geçmesine kendimizi inandırdığımız, bir noktaya kadar da fena da geçmeyen bir 2013’ü uğurlamaya hazırlanırken, Aralık ayı içerisinde ortaya çıkan pek çok gelişme ve iç hadiseler, bir anda ekonomiye ve yaşantımıza önemli ölçüde tesir etti. Daha iyi olmasını öngörmeye hazırlandığımız bir yıla da son derece karanlık bir tablo ile girdik. Geçtiğimiz haftalardaki bir yazımda, dövizdeki değişimden ve yaşantımızdaki etkilerimden söz etmiştim. Bu kez, lojistik sektörünün nasıl bir durum ile karşı karşıya kaldığını ve bizleri nelerin beklediğine değinmek istiyorum. Özellikle sermaye sıkıntısı yaşayan firmalar için hayatın çok kolay olmayacağını ve 2014’de daha dikkatli davranmaları gerektiğini görmek için ekonomist olmaya gerek yok. Hayata biraz daha iyimser bakıp, aslında her şeye rağmen moral bozmak yerine, tam tersine tüm bu gelişmelerden fırsat çıkarabilip çıkaramayacağımıza odaklanmamız gerekiyor. Biliyorum çok klasik oldu ve belki de bugün yukarıda kurduğum cümlenin çok da değeri yok. Geldiğimiz bu noktada, ülkede gizli mi görünen mi bilemem ama bir ekonomik krizin olduğu muhakkak. 100 milyar dolar büyüklüğünde olan lojistik sektörü her geçen gün küçülmeye, yatırımlar durmaya, en önemlisi tüm reel sektör paniklemeye başladı. Bu hiç de iyi bir durum değil, ama öte taraftan siyasi istikrarsızlığın olduğu bir ortamda da, yatırım herkes için doğal olaraktır ki, bir risk taşıyor. 500 milyar dolar ihracat hedefine nasıl ulaşırızı tartıştığımız günlerin üzerinden daha çok az bir zaman geçti, belki yarın yine buna yönelik çalışmalara hız vereceğiz elbirliği ile ama sorun bugün ile ilgili. Sektörel bir tabir kullanmak gerekir ise, teker dönmeli ki, firmalar ayakta durabilsinler. Teker dönmeli ki, işsizlik, yüksek enfl asyon, stagfl asyon gibi riskler kapımızdan içeri girip yerleşmesinler. Neredeyse yanı başımızda yer alan bakkalın dahi talebin azalması ile hissedip etkilendiği bu krizden, ticaretin tam göbeğinde yer alan sektörümüzün etkilenmemesi elbette mümkün değildi ve etkilendi de. Krizin bu denli sert oluşu, başta otomotiv olmak üzere pek çok sektörün önemli bir sıkıntıya girmesi dış ticaret hacmini ve büyüme oranını aşağıya çekmeye başladı. Kimse sanmasın ki kurun yükselmesi, ticareti ve lojistiği olumlu etkiliyor; tam tersine olumsuz yönü daha fazla. Ümitlerin hep yeşil kaldığı, Atalarımızdan aldığımız enerji ve cesaretin hiç tükenmediği mutlu ve başarılı bir gelecek dilemekten öte pek bir şey gelmiyor ne yazık ki elimizden…Bir önceki Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Nihat Ergün teknogirişimcilik konusuna gerçekten gönül vermiş olan bir politikacıydı. Bakanlığı döneminde bu konuda önemli adımlar atıldı.
Bakanımızın gazetelerden izlediğim bir beyanatındaki aşağıdaki sözleri özellikle dikkatimi çekmişti: “Teknogirişimciler, teknokratlıkla girişimcilik arasında gidip geliyorlar.”
Ben bu sözlerde, belli belirsiz de olsa, sanki aradıklarını ve umduklarını bulamamaktan kaynaklanan bir serzeniş sezinlemiştim. Belki de, kendim böyle düşündüğümden böylesi bir sezgiye kapılmıştım.
Hakikaten teknogirişimcilik bilgi toplumunun küresel rekabet ortamında çok önemli. Zira yüksek katma değerli inovatif girişimciliğin geliştirilmesinde araştırma geliştirme (Ar-Ge) çalışmaları, teknoloji desteği, üniversite sanayi işbirliği gibi konular büyük önem taşıyor.
Muhakkak ki Ar-Ge, teknoloji, üniversite sanayi işbirliği gibi konular inovasyon için olmazsa olmaz şartlar değil. Bunlar olmadan da gerçekleştirilen birçok inovasyon örneği saymak mümkün. Bu konuda, geçen yıl ABD’de yılın girişimcisi seçilen, birkaç yıl içinde de cirosunu 300 milyon doların üstüne taşıyan Chobani Yoğurtları’nın kurucusu Hamdi Ulukaya örneğini vermek yeterli olsa gerek. Ama bu tür inovasyonların katma değerleri genellikle düşük oluyor. Taklit edilmeleri de kolay oluyor.
Buna karşılık Ar-Ge çalışmalarına dayanan, arkasında teknoloji katkısı olan inovasyonlarda genellikle tam tersi gerçekleşiyor: yüksek katma değer, patent ve faydalı model haklarının sağladığı yasal koruma. Bir Samsung’un cep telefonu, bilgisayar, televizyon gibi ürünlerde Ar-Ge vasıtasıyla sağladığı yeniliklerle firmasına ve ülkesine kazandırdığı katma değer de bu konuda anlamlı bir örnek olsa gerek. Samsung, yarattığı bu katma değerle sadece firmasının kârına değil; çalışanlarına ödediği ücretlerle, bankalara sağladığı faiz kazançlarıyla, devlete ödediği vergilerle, birlikte çalıştığı tedarikçilerine ve bayilerine sağladığı gelirlerle ülkesine de büyük katkılar sağlamıştır.
Teknogirişimciliğin başarılı olabilmesi için iki ayağının da iyi çalışması ve dengelenmesi gerekiyor. Bu ayaklardan biri, Ar-Ge ve teknoloji ağırlıklı olan teknokratlık ayağı. İkincisi de girişimcilik ayağı.
Kısacası teknogirişimciliğin hem teknokratlığa, hem de girişimciliğe gereksinimi var. Fakat bu iki nitelik kolay kolay aynı insanda bütünleşemiyor. Bu durumda onları bir araya getirmek, buluşturmak gerekiyor.
Bu iki insan tipi nasıl bir araya getirilecek? Öncelik hangisinde olacak? Aralarında bir ast üst ilişkisi, bir yöneten yönetilen ilişkisi olacak mı?
Ar-Ge son yıllarda devlet desteklerine en fazla mazhar olan alan. TÜBİTAK kanalıyla sağlanan destekler artık milyonlarla ifade ediliyor.
Peki, teknogirişimciliğin girişimcilik ayağı yeterince destekleniyor mu? Kanaatimizce destekler, teknogirişimci desteği adı altında, daha ziyade Ar-Ge ve teknolojiye yönlendiriliyor. Yani teknogirişimciliğin teknokrat ayağına. Esasen bu desteklerin çoğunun, hem de genellikle hibe niteliğinde destekler olarak, TÜBİTAK tarafından sağlanması yukarıdaki değerlendirmemizi doğrular nitelikte. Zira TÜBİTAK’ın gerek kuruluş amacının ve gerekse personel yapısının girişimciliğin desteklenmesine uygun olmadığı görüşündeyiz.
Gerek Ar-Ge ve gerekse teknoloji desteklerinde TÜBİTAK muhakkak ki ilk akla gelen devlet kuruluşu. Ama girişimcilik için değil.
Kanaatimizce, teknogirişimciliğin işi sürükleyip götürecek olan ayağı da teknokrat değil, girişimci. Girişimci bir Ar-Ge’ciyi, bir teknokratı istihdam edebilir. Yanında çalıştırabilir. Ama bunun tersini düşünmek mümkün değil. Yine bir girişimci bir Ar-Ge’ciyi dış ülkelerden de getirerek çalıştırabilir. Bunun da tersini düşünmek mümkün değil.
Bu açıdan bakıldığında, inovasyon amaçlı Ar-Ge ve teknoloji çalışmalarının girişimci tarafından yönlendirilmesi gerekiyor. Bu pek tabii ki sadece ticarileştirilmesi amaçlanan, inovasyon odaklı Ar- Ge ve teknoloji çalışmaları için geçerli. Bilimsel amaçlı temel araştırmalar için geçerli değil. Onları da esasen işletmeler değil, devlet ve üniversiteler yürütüyor.
Yurdumuzda son yıllarda girişimcilik de destekleniyor. Girişimcilikten çok söz ediliyor. Parasal destekler de sağlanıyor. Ama para, gerçek girişimcilerle buluşursa nemalanıyor. Katma değere dönüşüyor. Yüz iken beş yüz, bin iken beş bin oluyor. Ama tekrar edelim, nitelikli girişimciyle buluşursa. O halde ne yapmalı?
Bu konudaki görüşlerimize köşemizde sık sık yer vermeye çalışacağız.