Tek millet, iki devlet tek ordu
II. Karabağ Savaşı, Türkiye-Azerbaycan arasındaki “tek millet, iki devlet” anlayışının halklar arasında daha derinden yayılmasına neden oldu. Gelinen aşamada “tek millet, iki devlet, tek ordu” anlayışına evriliyor. Tek ordudan kasıt; yapısı, harekât tarzı, eğitim ve silahların aynı olduğu, birbirine kısa sürede entegre olabilecek iki ordudur.
Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı’nın bir projesi kapsamında 1 ay Azerbaycan’da kaldım. En son gidişimiz 2009 yılındaydı. Ermenistan ile yapılan gizli protokoller ortaya çıktığı gün Bakü’ye inmiştik. O günlerde Azerbaycan halkındaki Türkiye’ye yönelik kırgınlığa, sivil ve askeri bürokrasisindeki kızgınlığa birebir şahit olmuştum.
Hele hele, Bursa’daki Ermenistan milli maçında Azerbaycan bayraklarının stada sokulmasına izin verilmemesi ve maalesef sonrasında çöpe atılması, yarayı daha da açmıştı. O günlerden bugünlere geldik. Bakü’ye indiğim andan itibaren değişime ve gelinen noktaya şaşırdım. Karşımda farklı bir Bakü ve Azerbaycan vardı. 2009’da karşılaştığımız küskünlük ve kırgınlık yerini sonsuz bir sevgi ve güvene bırakmıştı.
Bunu havalimanına indiğiniz andan itibaren hissediyorsunuz. Havalimanı polisi, kimlik kontrolü yaparken; İstanbul’a geldiğinden ve gezdiği yerlerden bahsediyor. Çocuklarını da Türkiye’ye götürmesi gerektiğini söylüyor. Otelde sizi karşılayan resepsiyon görevlisi Kastamonu’da üniversite okuyor. Temizlik görevlisi oğlunun Türkiye’nin verdiği bursla mühendis olduğundan bahsediyor. “Siz farklısınız, hangi zamanda ne isteyeceğinizin önemi yok” diyor. Sanki kalkıp, Kayseri’ye gitmişiz ve akrabalar karşılamış hissi uyanıyor.
Burada bir tespit yapmak gerekir. Azerbaycan halkı, Türkiye’yi tanıyor. Türk halkı ise, yüreğinde Azerbaycan sevgisini fazlasıyla hissederken, Azerbaycan’ı yeterince tanımıyor. Burada büyük görev Azerbaycan devletine düşüyor. Turizm adına her şeyin var olduğu bir ülkenin Türkiye’de bile yeterince bilinmemesi kendileri adına sorgulanması gereken bir durum.
Caddelerde, restoranlarda karşılaştığınız, tanıştığınız herkes Türkiye’nin II. Karabağ Savaşı’ndaki desteğinden bahsediyor. Her kahramanlık hikâyesinin bir parçası da Türkiye oluyor.
Bağımsızlığı yakın zamanda kazanmış ve kazanır kazanmaz topraklarının yüzde 20’si işgale uğramış bir millete güven kazandıracak, belki de tek şey, askeri zaferdi. II. Karabağ Savaşı, Azerbaycan’a bu güveni vermiş durumda. Tabii, Türkiye’nin desteği her şeyin üzerinde. Sorduğunuzda “Biz 10 milyon değil, 90 milyonuz” diyorlar.
Gerçekten, Türkiye-Azerbaycan arasındaki ilişkiyi uluslararası sistem içerisinde değerlendirebilecek net bir tanım yok. I. Karabağ Savaşı’nda Türkiye’nin kısıtlı desteği, II. Karabağ Savaşı’nda nasıl sonsuz bir desteğe dönüştü? Burada Türkiye gerek uluslararası ortamda değişen yapıdan, gerekse bölgesel güç kavramının kendisine verdiği güvenden yararlandı.
Türkiye ekonomisinin 1990’lı yılların başında yaşadığı kırılmaya benzer bir durumda olmasına rağmen Azerbaycan’a vermekten kaçınmadığı desteğin açıklaması, I. Karabağ Savaşı’nda ekonominin Batı’ya bağlı yapısının dış politikada milli bir irade koymanın önüne geçmesi olarak açıklanabilir.
Bunun yanında verilen destek bölgesel güç kavramı içerisinde de değerlendirilebilir. Ancak bu değerlendirme de tek başına yeterli olmaz. Burada Türkiye’nin 2016 sonrası daha milli hale gelen dış politikadaki yaklaşımlarını ve bu yaklaşımların getirdiği siyasi irade kullanma gücünü unutmamak lazım.
Azerbaycan’ın siyasi, ekonomik ve askeri anlamda yanında duran Türkiye, savaşın başından sonuna kadar Azerbaycan yanlısı söylemini değiştirmemiş, gerektiği yerde tehditkâr, gerektiği yerde uzlaşmacı, ancak her durumda işin içinde olduğunu gösteren bir söylem içerisinde bulunmuştur. Bu söylem, Bakü yönetimine psikolojik olarak güç vermiş ve Azerbaycan’ın savaşma iradesinde büyük bir etki yaratmıştı.
Türkiye’nin dışarıda tutulduğu bir çözüm mümkün değil
II. Karabağ Savaşı sırasında Türkiye’nin tutumu, “Rusya istemediği sürece Karabağ sorunu çözülemez” algısının yıkılmasına neden oldu ve Güney Kafkasya’da Türkiye’nin dışarıda tutulduğu bir çözümün mümkün olmayacağını gösterdi.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu’nun yeni kurulan devletler üzerinde etkisinin süreceği aşikardı. Keza, yüzyıllar boyunca Rus yönetim tarzı, Rus eğitim sistemi, Rus ekonomik yapılanması ve Rus kültürü etkisindeki bu halkların hemen bu etkiden çıkması beklenemezdi. Bu durumun hafifleyebilmesi, bu ülkelerin bağımsızlıklarının pekişmesine bağlıydı. Ayrıca kurulacak ittifaklar ve geliştirilecek ikili ilişkiler de Rus etkisini kırmada kolaylaştırıcı unsurlar olacaktı.
Bunların yanında Rusya, bölgeye başka bir gücün girmesine ve özellikle Ermenistan üzerinden politika yapmasına engel olmak isterken, uluslararası hukuka aykırı işgalin bekçiliğini yapmanın yükünü de atmak istedi. Türkiye ile Suriye üzerinden geliştirilen diplomasi, S-400 satışı, enerji işbirliği ve devlet başkanları düzeyinde yakınlık, Rus politikasının konu üzerinde değişimini ve yumuşamasını sağladı.
Bunların yanında, Türkiye’nin bölgede yarattığı güç potansiyeli ve çok taraflı dış politika yaklaşımlarıyla, ABD ve AB ile olan mesafeli ilişkisi de Rusya’yı sorunun çözümünde Türkiye ile ortaklığa itti. Türkiye’nin, Türk dünyasıyla olan ilişkisini Çin’in bölgeye yönelik faaliyetlerinin dengelenmesinde kullanmak da Rusya için yararlı bulundu.
Neden 30 yıla yakın sürdü?
Karabağ’da yaşanan 30 yıllık süreç, uluslararası ve bölgesel aktörlerin işine geldi. Rusya yakın çevre politikası içerisinde yer alan Azerbaycan’a diğer güçlerin müdahalesinin önüne geçerken; ülkelerinde Ermeni lobisi kuvvetli olan ABD ve Fransa, sorunu iç politika konusu haline getirdi ve her ulusal seçimde konuyu ısıtmaktan başka bir şey yapmadı.
Minsk Grubu eş başkanları da olan bu aktörler, denge sağlandıklarını düşünerek, hukuksuzluğun istikrarını sürdürmek istediler. Bölgesel anlamda bakıldığında ise Gürcistan, Karabağ sorunu nedeniyle tüm uluslararası ve bölgesel projelere dahil edilen ülke oldu.
İran ise Türkiye’nin bölgesel güç olmasını, Türk Dünyası’yla bir ulaşım şansı yakalamasını istemedi; ülkesindeki Türk azınlığın durumu nedeniyle Azerbaycan’ın sorunla meşgul olmasından memnun kalmıştı...Dolayısıyla sorunun çözümsüz kalmasını istedi. Bu bağlamda “44 Gün” zaferinin uluslararası, bölgesel anlamda etkileri çok yönlü oldu.
İki ordu, tek anlayış
II. Karabağ Savaşı, Türkiye-Azerbaycan arasındaki “tek millet, iki devlet” anlayışının halklar arasında çok daha derinden yayılmasına neden oldu. Gelinen aşama “tek millet, iki devlet, tek ordu” anlayışına evrilmeye başladı. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, "Azerbaycan'da Türk ordusunun küçük modelini oluşturacağız.
Türk ordusu modeli bizim için en makbul modeldir" dedi. Azerbaycan Savunma Bakanı Zakir Hasanov’un IDEF 2023 Savunma Sanayi Fuarı’ndaki açıklamaları, iki ülkenin savunma sanayii alanında ortak üretimden teknoloji paylaşımına kadar birçok alanda işbirliğine yöneldiğini gösteriyor.
Hasanov, Azerbaycan ordusunda yapılan reformların Türk ordusu modeline göre inşa edildiğini, bu nedenle Azerbaycan ordusunun yapısının ve silahlarının Türk ordusuyla aynı olması gerektiğini söyledi. Bu bağlamda “tek ordu” kavramı gündeme geliyor. Tek ordudan kasıt, orduların birleşmesi değil. Yapısı, harekât tarzı, eğitimleri ve kullanılan silahların aynı olduğu, birbirine kısa sürede entegre olabilecek iki ordudur.
Azerbaycan’ın Türkiye savunma sanayisine olan ortaklığı, beraber üretimin ve geliştirmenin önünü açıyor. Böylece, hiçbir dış alıma mecbur kalmayacak ya da yönlendirmeyle karşılaşmayacak “iki ordu-tek anlayış” prensibine geçilmiş olunacak. Soğuk Savaş sonrası imzalanan tek askeri ittifak belgesi olan Şuşa Beyannamesi, taraflardan birisine yönelik tehdit veya saldırı olduğunda beraber hareket etmeyi öngörüyor. Beyanname “iki ordu-tek anlayış” prensibini mecbur hale getirecek. İki ülkenin Güvenlik Konseyleri milli güvenlik konularında düzenli ortak toplantılar gerçekleştirecek.