‘Tek adam’ çağında görevimiz tehlike
Dünyanın en güçlü adamı kim sizce? Çin’i dünyanın en güçlü ülkesi haline getirme misyonunu tamamlamak için ömür boyu devletin başında kalması gerektiğini ileri sürerek, ona bu hakkı verecek bir anayasa değişikliğini gündeme getiren Çin Devlet Başkanı Şi Jinping mi?
Rusya’nın Batı’nın durduramayacağı yeni nükleer füzeler geliştirdiğini iddia ederek 18 Mart’ta yapılacak devlet başkanlığı seçimi öncesinde ABD’ye meydan okuyan ve seçmene gövde gösterisi yapan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin mi?
ABD’nin dış ticaret açığını kapatmak hevesiyle dünyayı bir ticaret savaşına sürüklemeyi göze alan ve yeni ABD büyükelçilik binasını açmak için Kudüs’e gidebileceğini söyleyerek yeni bir bombanın fitilini ateşleyen ABD Başkanı Donald Trump mı?
‘Tek adam’ deyince akla gelen başkaları da var tabii, bugünün dünyasında ‘tek adam’ rolünü oynamaya heves edenlerin sayısı giderek artıyor. Bu kişilerin, popülizm dalgasının eski siyasetçileri sahne dışına ittiği ortamda siyaset sahnesine çıkarak başrole soyundukları ve demokrasiyi emellerine alet ederek ‘tek adam’ rejimine meşruiyet kazandırdıkları görülüyor.
Liberal demokrasinin krizi
İtalya’daki son seçim sonuçları da, liberal demokrasinin Avrupa ve ABD’de ciddi bir kriz yaşadığını gösteriyor. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasını izleyen dönemde yeşeren umutların ve kurulan hayallerin yıkıldığı bir ortama girmiş gibiyiz. Soğuk Savaş’ın Batı’nın zaferiyle sonuçlandığının ilan edilmesi sonrasında tarihin sona erdiğini, kapitalist ekonominin ve liberal demokrasinin yeni küresel düzene yön vereceğini iddia edenler olmuştu. Şimdi gelinen noktada, kapitalizmin küreselleşmesinin ve dijital devrimin bambaşka bir dünya yarattığını ancak liberal demokrasinin bu farklı dünyaya yön vermek şöyle dursun, ayak uydurmakta zorlandığını görüyoruz.
Son 30 yılda yaşanan büyük dönüşüm, başta Çin olmak üzere Batı dışındaki ülkelerin gelir düzeyini ve dünya ekonomisindeki ağırlığını büyük ölçüde artırdı. Bu dönüşümde önemli rol oynayan Batı’nın küresel şirketleri de bu süreçten yararlanarak cirolarını ve karlarını katladı. Ancak bu şirketlerin anavatanı olan ABD’de ve Avrupa ülkelerinde toplumun çoğunluğunu oluşturan kesimin ekonomik durumu bozuldu. Küresel işgücü havuzuna katılan 2 milyarın üstündeki insanın rekabetine ek olarak zengin ülkelere yönelen göçmen işçilerin rekabeti de bu ülkelerdeki emekçi kesimin ufkunu kararttı, rahatını kaçırdı.
Liberal demokrasi halinden memnun olmayan seçmenlere yönetimi değiştirme olanağını veriyordu ama çoğu Batı ülkesinde, küresel dönüşümden kazançlı çıkan büyük sermayenin siyasi iktidarları belirlemede etkili olmasını sağlayan bir siyasi yapılanma vardı. Bu nedenle aslında birbirinden çok farklı seçenekler sunmayan, küreselleşme yanlısı partilerin sırayla iktidara gelme şansı fazlaydı. İktidar deneyimine sahip olduğu halde geniş kesimin beklentilerini karşılayamayan siyasi partilerin ve liderlerin bu ortamda gözden düşmesi kaçınılmazdı. Bu durum siyasi yapıyı toptan değiştirmeyi hedefleyen siyasi hareketlerin güçlenmesine ve popülizm dalgasının yükselmesine yol açtı.
‘Tek adam’ tehdidi büyüyor
Günümüzde yeniden moda haline gelen ‘tek adam’ rejimleri, liberal demokrasinin Batı’da kriz yaşamaya başladığı ortamda yaygınlaştı. Yıllarca özlemini çektikleri liberal demokrasiye büyük bir hevesle sarılan Polonya ve Macaristan gibi doğu Avrupa ülkelerinde bile liberal demokrasiden uzaklaşan bir yönetim tarzının benimsendiğini görüyoruz. İtalya ve Avusturya gibi ülkelerde aşırı sağ partilerin yükselişe geçmesi ve iktidara ortak olma noktasına gelmesi de liberal demokrasinin nasıl bir tehdit altında olduğunu gösteriyor.
En ilginç deneyim ise kuşkusuz ABD’de yaşanıyor. ABD’de liberal demokrasinin kurumlarının sağlam olması Trump’ın dilediği gibi bir ‘tek adam’ rejimi kurmasını zorlaştırıyor ama Trump’ın bu yolda attığı adımlar bile dünyayı daha riskli bir yer haline getirmeye yetiyor.
Asıl büyük tehlike ise sınır tanımaz güce hükmetme iddiasındaki ‘tek adam’ların birbirleriyle güç yarıştırmaya kalkışması halinde ortaya çıkacak. Şi Jinping, Putin, Trump ve diğerlerinin böyle bir çılgınlık yapması durumunda, tüm bu gelişmeleri uzaktan izlemekle yetinen piyasalar buna nasıl tepki verecek, doğrusu merak ediyorum.