Tehlikeli çelişkiler!
Son zamanlarda gayrimenkul sektörüne ilişkin sorularla daha sık karşılaşıyoruz. Yaşanan gelişmeler ile ekonomik algılardaki olumsuz değişim arasındaki büyüyen çelişkiler, kafaları iyice karıştırmış gibi görünüyor. Gerek olumsuzlaşan dış koşullar, gerekse ağırlaşmış yapısal sorunlar ve büyümüş dengesizlikler sebebi ile ekonomimiz durgunlaşıyor; fakat emlak konusunda birim fiyat ve kiralar dalgalı bir şekilde yükseliyor! Bu nasıl oluyor? Söz konusu eğilimler sürdürülebilir mi? Genel eğilimden kendini olabildiğince ayrıştırma gayreti içinde olan bir sektöre ne kadar güvenilebilir? Gelişmekte olan ekonomileri sarsan küresel dinamikler neden bu sektörü etkilemiyor veya bu yönde bir görünüm oluşturuluyor?
Kısa vade ile orta vadede belirleyici olan faktörlerin ayrışması ve daha olumsuz olanların büyük ölçüde görmezden gelinmesi bu çelişkiyi açıklamak adına önemlidir.
Kısa vadede ülkemizdeki siyasi iradenin tercihleri, negatif reel faizler, inşaat maliyetlerindeki artışlar ile bilanço ve kredi itibarını koruma çabaları ön plana çıkarılarak daha belirleyici kılınmış olabilir. Orta vade açısından iç ve dış ekonomik koşulların kesinlikle daha belirleyici olabileceğini hesaba katmak gerekir: arz talep dengesi, faaliyet gelirleri ile borçlanma olanaklarındaki ana eğilimleri dikkate almamanın bedeli ciddi sıkıntılar yaratabilir. İkinci grubu ihmal edip ilkini abartarak günü kurtarabilirsiniz; bu şekilde kısa vadeleri uç uca ekleyerek iyi gidiyoruz havasını yaymaya çalışabilirsiniz! Böyle bir anlayış krize davetiye çıkartmak ve yıkıcılığını artırmaya çalışmak anlamındadır.
Ortaya çıkan çelişkiyi salt bu sektörün kusuru olarak değerlendirmek te doğru değildir. Eğer siyasi irade ve mali sektör desteği olmasa idi, böyle bir garabet ortaya çıkamazdı. Bu durum nedeniyle sormak gerekiyor: olumsuz dış koşullar mali sektörün hareket yeteneğini önemli ölçüde daraltırsa neler yaşanacak? Siyasi iradenin desteği bu sektörü ayakta tutmaya yetecek mi? Mütekabiliyet ve kentsel dönüşüm benzeri yaklaşımlar, kredi kıtlığına rağmen işe yarayabilir mi?
Ekonomi durgunlaştıkça borç alacak zincirinin aksaması ve kırılganlığın artması kaçınılmaz olabilir; daha önce görmezden gelinen gelir dağılımı bozukluğu ve gelirler ile borçlar arasındaki dengesizlikler gibi sorunlar kabusa dönüşebilir! İşsizlik artıp satın alma gücü azaldıkça köyden kente göçün yönü değişir, kiralar paraşütsüz inişe geçmeye başlar ve yalnız inşaat sektörünü değil tüm ekonomiyi sarsar; finansal fiyatlardaki artan olumsuzluklar tüm bilançoları yıpratır, günlük ihtiyaçları karşılamak adına her şeyin satılık haline gelmesi önlenemeyebilir.
Ülkemizin etkili ve yetkili kesimleri bu korku ile yazının konusu olan çelişkiyi besleyerek büyütmek zorunda kalıyor, bu nedenle dış koşullardaki bozulmayı hesaba katmayı beceremiyor! Kendi yarattığımız sorunların esiri olmaktan kurtulamıyoruz; kafayı kaldırıp orta vadeye bakmaya cesaret edemiyor ve gerçeklerden kaçıyoruz.
Tarih, sürdürülebilir olmayan koşullardaki her türlü aşırılığın kendi zıddını yaratığını ve korkuya bağlı akıl tutulmalarının çözüm değil sorun ürettiğini söylüyor. Ekonomi bilimi, kıt kaynakları etkin dağıtamamanın büyük istikrarsızlıkların sebebi olabileceğine işaret ediyor. Fakat ülkemizde ipini koparan inşaatçı olmaya devam ediyor; bu anormalliğin diğer işkollarındaki genel memnuniyetsizlikten kaynaklanmış olabileceğini kimse düşünmek bile istemiyor!