Teflonlu yavuz yöneticilik
Bir araya gelen ve gelmeyen üçlüler
Dertli ve romantik sürücü, kamyonunun arkasına şöyle yazmış : "Nestcafe bile üçü bir arada; Biz bir araya gelemedik." Nestcafe'de sözü edilen üçlü: kahve, süt tozu ve şeker. Kamyon sürücüsünün üçlüsü nedir bilmiyorum. Ama ülkemizde bir araya gelemeyen bir üçlü tanıyorum. Yetki, sorumluluk ve hesap verebilirlik.
Yönetim oyununun üçlüsü
Yönetim biliminde her görev için asıl olan üç önemli kavram: Yetki, sorumluluk ve hesap verebilirliktir.Yetki, o pozisyondaki kişi için tanımlanan iş yapabilme gücüdür. Yetki sahibi kişi kendisine tanınan sınırlar dahilinde karar verebilir. Karar, seçenekler arasından seçim yapma işlemidir. Sorumluluk ise, o pozisyona oturan kişiye yapması gereken işlerin tanımıdır. Yetkilerle donanmış kişi, sorumluluğundaki işleri gerektiği gibi yapmış mı yapmamış mı konusunda bir üstündekine hesap verir. Organizasyon dediğimiz çark ancak böyle döner. Bir kişi her şeyi yapamayacağı için işler bölüşülür. Kişi yetkilerini altındaki kişilere devreder ve o kişiye yapması gereken işleri tanımlayarak sorumluluk yükler. Alttaki kişi sorumluluklarını yerine getirir, işlerini yapar ve üstündeki kişiye hesap verir. Sağlıklı bir organizasyon yapısında bu üçlü, yetki, sorumluluk ve hesap verebilirlik hep birlikte dolaşır. Ama ülkemizde bu üçlü bir türlü bir araya gelemez.
Hasret çeken yetki
Bu üçlünün üyeleri bazen üçlünün diğer bir üyesine, bazen diğer ikisine hep hasret çeker. Kamu sektöründeki yöneticilerin pozisyonunda bu üçlüden en yalnız kalanı, yetkidir. Seçimle gelen yöneticiler maşallah padişah gibidir. Her tür yetki ile donatılmıştır. Bana yetkiyi halk verdi deyip, gerektiğinde yasa, tüzük, yönetmelik bile dinlemez. Ama konu sorumluluk almaya, hesap vermeye gelince yüzeyler, hesap vermeye karşı teflon kaplıdır.
Şehr-i İstanbul'da yaşanan trajedi
İstanbul'da yaşanan son trajediyi düşünün. Deniz kıyısındaki bir kentte insanlar selde boğuldu. Milyarlar boyutunda maddi zarar oluştu. Neden? Dereyi denize ulaştıramadığımız için. Neden ulaşamadı? Çünkü doğanın dengesini bozmuşuz. Her yeri beton kaplamışız. Suyu emecek toprak bırakmamışız. Dere yatağına binaları kondurmuşuz. Doğa da affetmemiş. Uygarlık, doğa güçleri ile birlikte yaşama sanatıdır. Biz bunu başaramamışız. Çarpık yapılaşma ile rant kaygısı ile doğanın güçlerini hiçe saymışız. Bu çarpık yapılaşma sürecinde birileri yolunu bulduğu için, su da yolunu böyle bulmuş.
Büyük bir trajedi yaşamışız. Ama şehri yönetenler ve yıllarca yönetmiş olanlar, hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi, büyük bir vicdan rahatlığı içinde konuşuyorlar. Tıpkı hiçbir yetkisi olmayan bir sivil toplum örgütü üyesi gibi, bir akademisyen, ya da başka bir ülkeden gelen bir yönetici gibi konuşuyorlar; çevrecilik vaazı veriyorlar. Dere yatağına bina kurarsan böyle olur işte diyorlar. Çok doğru, ama bu binalar selden bir gece önce konmadı. Peki bu çarpık yapılaşmaya kim izin verdi? Bu dere yatağına kurulan binalara ruhsatı kim verdi? O binalara kim elektriği, suyu, doğalgazı kim bağladı?
Teflonlu yavuz yöneticilik
Ülkemizdeki kamu yöneticileri yönetim bilimine yeni bir yönetici tipi kazandırdılar. Yetkiyi sonuna kadar kullanıp, sorumluluk taşımayan, hesap vermeye yanaşmayan bu yeni yönetici tipine "Teflonlu yavuz yönetici" diyeceğiz. Nedir teflonlu yavuz yöneticilik? Ne olursa olsun üstünüze sorumluluk diye bir şey yapıştırmamaktır. Eleştiri olursa, eleştiri yapanı eleştirmektir. Yanlış bir şey olmuşsa kabahati hemen başkasına atmaktır. Kendi sorumluluğunuzu başkalarında aramaktır. Ölenlere rahmet, kalanlarına sabır dilemektir. En son çare olarak da "takdir-i ilahi" diye suçunuza, kusurunuza tanrıyı ortak etmektir.
Sonuç
Atalarımız öngörülü insanlarmış. Ne güzel demişler "Kendi düşen ağlamaz." Sonuçta bu teflonlu yavuz yöneticilerin yönetici olmasında sorumlu kim? Yine biz. "Aaa ben değil!" diyeniniz olursa, onun için de bir söz var. Kurunun yanında yaş da yanıyor. Takdir-i ilahi işte…