Tedbirin de stratejisi olmalı

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

 

 

Bu aralar haftalık buluşmalarımız biraz kesintiye uğradı. Biraz bizim programımızdaki yoğunluk, biraz da bilanço mevsimi itibariyle sayfalarımızdaki yoğunluk, bazı haftaları atlamamıza neden oldu. “Sağlık olsun” deyip kaldığımız yerden devam edelim. Hatta biraz da sağlıkla ve hayatta kalmayla ilgili bir konuyla devam edelim...
Önceki hafta açıklanan “Afet Bilinci Araştırması” nın sonuçlarını görenleriniz olmuştur. Sonuçlar, Türkiye gibi doğal afetlerle sürekli yüzyüze olan, 1999 depreminden ve giderek sıklığı artan sel felaketlerinden sonra bilinçlendirme çalışmaları iyiden iyiye hızlanan bir konuda nasıl olup da bir arpa boyu yol kat edilemediğinin açık bir göstergesi aslında.
Aksigorta’nın bir sosyal sorumluluk projesi olarak 2012’de yedi bölgede gerçekleştirdiği kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre, Türkiye nüfusunun yarısından fazlası (%51) başta deprem (%44) ve sel (%8) olmak üzere bir doğal afete maruz kaldığını söylüyor. Afete maruz kalanların üçte ikisi de bu afetlerden zarar gördüğünü ifade ediyor. Tabii buraya kadar sonuçlarda hiçbir anormallik yok. Asıl ilginç nokta bundan sonra başlıyor. Zira yüzde 51’i bir doğal afet yaşamış olan toplumun yüzde 80’i yaşadığı bölgenin herhangi bir doğal afet riski altında olmadığını düşünüyor. Yani önceden afeti yaşayanlar da dahil olmak üzere toplumun çok büyük bir çoğunluğu doğal afetlerin yaşadığı bölgeden uzak olduğuna inanıyor. Bu oran İstanbul’da yüzde 73 düzeyindeyken Ankara’da
yüzde 93’e, İzmir’de ise yüzde 98’e yükseliyor.
Soru kişisel olarak sorulduğunda alınan yanıtlar daha da ilgi çekici hale geliyor. “Kendinizi afet riski altında görüyor musunuz?” sorusuna 100 kişiden 95’i “Hayır” yanıtını veriyor. Yani aslında yüzde 95’i deprem ve sel başta olmak üzere afet riski altında bulunan ve yarısı da hayatında en az bir doğal afet yaşamış olan toplumun neredeyse tamamına yakını kendini herhangi bir risk altında görmüyor.
Araştırmadan çıkan bu yaman çelişkinin nedeni gerçekten objektif olarak araştırılmaya değer. Yani bana sorarsanız bu araştırmanın sonuçları üzerine ayrı bir araştırma gerekiyor. İnsanların deprem ve sel gibi afet tehdidi altında olmalarına rağmen bunukabullenmemeleri, doğal olarak bu konuda herhangi bir önlem almamaları sonucunu doğuruyor.
Bu kabullenmeme veya reddetme haline “gerçeklikten kaçış” demek mümkün. Bu kaçış halinin toplumsal psikolojiyle de bir ilgisi olmalı. Belki toplum olarak duygusal yaşımız pek yüksek değil
veya duygusal zekamız bu gerçeği kabul edecek düzeyde değil. Bu konular işin uzmanları tarafından derinlemesine araştırılmalı. Zira bunca yıldır, özellikle deprem tehlikesine yönelik bilinçlendirme çalışmalarının nasıl olup da hiçbir sonuç vermediğini başka türlü çözemeyeceğiz gibi geliyor.
Her zaman dediğimiz gibi, gerçek pazar verilerine dayanmayan pazarlama stratejileri nasıl sonuç vermiyorsa, bu pazarlama stratejilerine dayanan iletişim çalışmaları da öyle sonuç vermiyor. Elbette toplumdaki afet algısını değiştirmek, toplumun afet tehdidi ile birlikte yaşamasını ve gerekli önlemleri anlamasını sağlamak için yapılacak çalışmalar bir stratejiye dayanmak durumunda. Doğal afetlere karşı bilinçlenmiş, tedbirli ve her daim uyanık bir toplum olmak istiyorsak gelecek resmini nasıl oluşturacağımız konusunda bir strateji belirlemeliyiz. Bu stratejiyi geliştirmek de
öyle masanın başında üç beş kişinin yapacağı bir iş değil. Tıpkı bir ürün veya hizmetin pazarlamasında olduğu gibi, doğal afetler konusunda insanların duygularını, düşüncelerini, inançlarını, davranışlarını değiştirmek istiyorsak bu konuda insanların kafalarına nasıl gireceğimizi de bilmek zorundayız.
Aksigorta’nın araştırma sonuçlarının paylaşıldığı toplantı öncesindeki sohbet sırasında Genel Müdür Uğur Gülen, bireysel emeklilik alanında yaptıkları araştırmadan söz ederek, insanların “emeklilik” fikrine direnç gösterdiklerinden bahsetmişti. Çünkü emeklilik her ne kadar bir gelir anlamına gelse de insanların kafasında aynı zamanda “işe yaramama”, “hayattan çekilme” gibi başkaca çağrışımlar da yaratan bir fikir. Gülen bu nedenle “emeklilik” fikrinin satılması için başka stratejiler geliştirilmesi gerektiğini ifade etmişti. Tıpkı “afet”, “tehdit” veya “tedbir” gibi fikirlerin
satılması için başka stratejiler gerekmesi gibi.
Anlaşılan o ki, 1999’dan beri “toplumu bilinçlendirmek” için yapılan çalışmalar herhangi bir sonuç vermiş değil. Bunun için toplumun eğitim düzeyi, duygusal zeka düzeyi ve daha bir sürü şeyi suçlanabilir. Ancak bu olumsuzluklardan hiçbirisi doğal afetlerle ilgili yapılan bunca iletişim çalışmasının başarısızlığını açıklamaz. Çünkü buradaki başarısızlık bana sorarsanız, topluma anlatılmak veya benimsetilmek istenen fikrin nasıl kabul edilebileceğinin yolunu bulamamış olmakla ilgili. Bu yolu bulamamanın da tek nedeni olabilir; aramamak ve araştırmamak.
Gerçi diyeceksiniz ki, deprem tehlikesinin ancak ve ancak rant yaratmak için gündeme getirildiği, dere yataklarının kamu eliyle imara açıldığı, her yıl selin yıktığı otobanların bile bile inşa edildiği bir ülkede afet bilinci yaratmak için kim strateji geliştirir? Biliyorum kimsenin pek de umurunda olmadığını, ama görünce yazmadan olmuyor işte.
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018