TCMB’den ne beklemeli?
Türkiye’de geçmiş dönem tecrübelerimizi çabuk unutan, belki de unutmak isteyen bir hafızaya sahibiz. Bu durumla her alanda, her anlamda karşılaşmak mümkün. Hayatın içerisindeki koşuşturmacalarımız da, finansal piyasalardaki fiyatlamalarımız da çoğunlukla bu eksende gerçekleşiyor.
12 Ocak tarihinde TCMB’nin para politikasında değişikliğe gidilmesi ve bu yönde adım atılmasına dair tüm kesimlerin ortak kanısını konuşuyorken, bugün gelinen noktada, o dönemin koşullarının tamamı ortadan kalkmamışken, para politikasının gevşetilebileceği yönünde değerlendirmeler izliyoruz. Elbette ki her türlü değerlendirmeye saygımız sonsuz. Farklı bakış açıları, finansal piyasaların sahip olduğu heyecana da olumlu yönde katkıda bulunuyor. Ben, bu yazıda, konuya dair kendi savlarımı anlatmaya çalışacağım.
Merkez Bankası’nı Ocak ayında daha sıkı bir para politikasına götüren sürecin aşamalarından birkaçını hatırlayarak konuya başlamak faydalı olacaktır. Dışarıdaki en önemli başlık olarak, Kasım 2016’da ABD’de başkanlık koltuğuna Trump’ın geçmesi ile birlikte daha hızlı bir büyüme patikasına girmesi beklenen ülke ekonomisinin, kamu harcamaları ve mali gevşeme ile birlikte orta-uzun vadede enflasyonist baskı oluşturabileceği ve bunun da Fed’i daha hızlı bir faiz artırım sürecine mecbur bırakacağını konuşuyorduk. İçeride ise, Trump etkisinin güçlü Amerikan doları, zayıflayan gelişmekte olan ülke varlıkları ve bahse konu varlıklar içerisinde belirli bir kümenin –Meksika, Güney Afrika, Türkiye gibi- biraz daha negatif ayrışmasını izliyorduk. Normal dönemlerde 2-3 yıla yayılabilecek değer kaybını kümülatif bazda 2-3 aya sıkıştıran TL, Türkiye açısından, kısa vadede enflasyonist baskıların ve beklentilerin bozulmasına zemin hazırlıyordu. Ayrıca, vatandaşlar da döviz biriktirme eğilimini artırmıştı.
12 Ocak sonrasında atılan adımların işe yaradığını, TL’nin dış haber akışının da katkısı ile birlikte ilk etapta aşırı değer kaybı sürecinden çıktığını, son birkaç aydır da dengelenmeye çalıştığını görüyoruz. Yurt içi varlıklara küresel trend paralelinde likidite girişi var. Ayrıca, 2016’nın üçüncü çeyreğinde 27 çeyrek sonra ilk kez görülen ekonomik daralma da teşviklerin ciddi katkısıyla atlatılmış durumda. Ancak tüm bu başlıklar para politikasının gevşetilmesi için yeterli değil.
Bu noktada ilk çıkış noktamız enflasyon olmalı. Hedefleme sürecine geçildiğinden bu yana uygulanan politikalar ve başarıya ulaşma yüzdesi tartışmalı. Üstelik, geriye dönük 2-3 yıllık ortalamalardan baktığımızda enflasyon %8 düzeyinde yapışkanlık gösteriyor. Bazı alt kalemlerde eğilim daha yüksek seviyelerde. Kur şoku henüz tam olarak atlatılmış değil. Fiyatlara geçişkenlik azalarak da olsa devam ediyor. Bu yorum benim değil, TCMB’nin kendi değerlendirmesi. Mayıs sonu itibarıyla bir miktar çekilme ile birlikte enflasyonda hala daha %12 seviyesine yakınız. Sonbahar öncesi bir miktar düşüş olabilir. TCMB de fonlama maliyetinde kayda değer ölçekte olmasa da ayarlama yapmak için bu olası gelişmelerin tüm kesimlerce kabul edilmesini bekleyecektir.
Bir diğer önemli konumuz ise dışarıdaki politika gelişmeleri. Sadece Türkiye değil, gelişmekte olan ülke ekonomilerinin neredeyse tamamı, Fed ve ECB gibi büyük merkez bankalarının para politikası duruşlarına göre kendilerini ayarlamak zorundalar. İfadede yanlışlık olmasın, gelişmişlerde de bu eğilimi gördüğümüz oluyor. Henüz ECB cephesinde genişlemeci para politikasından çıkış sinyali görmemiş olmamız kısa vade için avantaj olsa da bölgede işler ekonomik aktivite açısından yolunda gidiyor. Henüz enflasyon istenilen kadar toparlanamadı belki ama küresel bir problem olduğunu da göz ardı etmeyelim. Keza Japonya da aynı. Öte yandan Fed cephesinde ise piyasa ve FOMC üyelerinin özellikle büyüme konusunda ayrışma yaşamalarını izliyoruz. Fed, normalleşme politikası açısından kararlı görünüyor. Haziran toplantısında beklenti dışı bir hamle ile bilanço operasyonuna dair detayları paylaştılar. Kimi değerlendirmelere göre ilk adım Ekim ayında gelebilir. Fed-ECB para politikası ayrışmasını son çeyrekte daha yüksek sesle tartışıyor olabiliriz.
Görüldüğü üzere içerisi kadar dışarıyı da izlememiz gerekiyor. Alınacak kararlarda tek başımıza olmadığımız, bunun da sadece bize has bir durum olmadığı su götürmez bir gerçek. Yüksek enflasyon seviyesi, bankaların kredi hacmindeki artış ve sıkı para politikası mevduat faizlerinde de yukarı yönde etkide bulunuyor. Başlıkların hepsi birbiri ile alakalı. Zincirin birer halkası.
Net/net: Kısa vade için fonlamada maliyet düşüşü beklentisinde olmak için enflasyon gelişmelerini yakından izlemek gerekiyor. Kuvvetle ihtimal politika faiz oranları üzerinden değil, kompozisyon ayarlaması şeklinde bir hamle gelebilir. Ancak ciddi bir gevşeme beklememek gerek. Atılacak adımın sürdürülebilirliğini de göz ardı etmemeliyiz. Yılın son çeyreğinde bir tur daha maliyet artışına gitmek zorunda kalırsak, beklenti yönetimi kanalı üzerinden kısa vadede yapılan maliyet düşüşünün etkisi ve anlamı istenilen kadar olmaz. Ayrıca, TL’nin kazandığı istikrarda, fonlama maliyetindeki artışın payını da atlamayalım.