TCMB duruşu ve parasal aktarım mekanizması
Para ve sermaye piyasalarında 23 Şubat tarihinden bu yana görülen sıkışma eğiliminin meşhur Mart ayı ile birlikte kırılma çabası içerisinde olduğu bir haftayı geride bıraktık. Küresel rüzgardan içeride Türk lirası cinsinden değerlenen varlıkların da olumsuz etkilendiğini gördük.
Daha önce bu köşede 14 Şubat tarihinde paylaştığım Fiyatlamalarda yeni hikayelere ihtiyaç olabilir başlıklı yazımda TCMB’nin 12 Ocak tarihinden bu yana uygulamaya koyduğu politikanın sorgulanabileceğinden bahsetmiştim. Nitekim Cuma günü açıklanan Şubat ayı enflasyon verisinin ardından tam da bu eksende tartışmalar izliyoruz.
TÜİK verilerine göre Türkiye’de Şubat ayı tüketici enflasyonu aylık yüzde 0.81, yıllık bazda ise yüzde 10.13 yükseliş gösterdi. Böylece Nisan 2012’den bu yana ilk kez yıllık enflasyon çift hanede gerçekleşmiş oldu. Hikayenin asıl kısmı da bu noktada başlıyor. Benim de dahil olduğum analist/stratejistlerin bir kısmı enflasyonda çift hanenin Mart, Nisan ayı verileri ile gündeme gelebileceğini düşünüyordu. Şubat ayı verisi sürprizin önden takip edilmesine neden oldu. Böylece Fed’e dair beklentilerin tartışıldığı bir dönemde kurdaki geçişkenliğin etkilerini çekirdek enflasyon göstergeleri de dahil olmak üzere yakından hissetmeye devam ettik. Bu nedenle de Türk para politikasının ne ölçüde sürdürülebilir olduğuna dair düşünceler bir kez daha ön plana çıktı.
Malumunuz olduğu üzere 12 Ocak tarihinden bu yana TCMB tarafından Türk lirası borçlanmanın, elde etmenin ve kullanımının maliyeti bankalar nezdinde artırılıyor. Söz konusu süreç ince işçilik edası ile yürütülmeye çalışılıyor ki bir yandan da tüketici nezdinde harcama eğilimi korunsun, mümkünse de yukarı yönde ivmelensin. Parasal aktarım mekanizmasının tam olarak işlediğini de görmüyoruz.
Söz konusu durumu rakamlarla anlatmak da mümkün; Ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti (AOFM) seviyesi sisteme Merkez Bankası tarafından kullandırılan TL’nin ortalamasını ifade ediyor. Aralık 2016’da AOFM ortalaması yüzde 8.28 seviyesinde iken, ortalama sepet kur da 3.5950 düzeyinde oluşuyordu. Ocak ayında ise sepet kur ortalaması 3.8611’e yükselince Merkez Bankası da gidişata müdahil olmak zorunda kaldı ve borçlanma maliyetini ortalamada yüzde 8.92’ye yükseltti. Şubat ayında ise söz konusu rakam Geç Likidite Penceresi (GLP)’nin aktif kullanımı ile birlikte yüzde 10.37’e dek yükseltildi. De facto faiz artışını 209 baz puan olarak ifade etmek mümkün. 6 Mart kapanışı AOFM için yüzde 10.62 düzeyinde bulunuyor.
Bu noktadan sonra yine TCMB rakamları ile devam ederek parasal aktarım mekanizmasının tam olarak nasıl işlemediğinden bahsetmek istiyorum. 13 Ocak haftasında 3 aya kadar Türk lirası mevduatın ağırlıklı ortalama faiz oranı yüzde 10.49 seviyesinde oluşurken, 24 Şubat haftasında söz konusu rakam yüzde 11.09’a yükseldi. Aradaki değişim 0.60 yüzde puan. 10 Şubat haftasında ortalama rakam yüzde 10.86 olarak açıklanmıştı. AOFM değişimi ne kadardı? 209 baz puan.
Aynı analizi kredi tarafı için de yapmak mümkün. Yine referans olarak TCMB’yi alıyorum. Tablo üzerinden de özet rakamların gösterdiği şekilde kredi faiz oranlarında net bir geçişkenlik söz konusu değil. Kendi aralarında da ayrışma var. Konut sektörüne yönelik teşviklerin de etkisiyle faizler iki dönem arasında aşağı yönde gelişim gösterirken, diğer kalemlerde TL maliyet artışının etkisi kısmen söz konusu.
Bu kadar rakamı neden paylaşma gereği duyduğumu anlatma kısmına gelecek olursak… TCMB’nin piyasa katılımcıları nezdinde eleştirildiği bir dönemde Ocak ayı itibarıyla adım atmasını önemseyen ve TL lehine katkıda bulunacağına dair fikir belirten ilk grubun içerisinde yer aldığımı düşünüyorum. Fikirlerimi farklı ortamlarda da dile getirmeye çalıştım. Ancak enflasyonda bozulan görünüm ve küresel koşulların Fed’in yıl içerisinde ne kadar sıkı duruş sergileyeceğini tartıştığı bir ortamda GLP’nin sürdürülebilirliği konusu tartışmaya açık durumda. Süreç, TL cinsi varlıklarda baskı unsuru olarak ön plana çıkabilir.