Taziye adabımızı da kaybettik
Yakınını kaybedenlere başsağlığı dileğinde bulunmak, onlara bu acılı günlerinde yanlarında olunduğunu hissettirmek elbette çok güzel bir davranış. Bu bizim yüzyıllardır süregelen bir adetimiz.
Ama ne yaptık ettik, son yıllarda bu adeti de çarpıttık, anlamından sapan bir görünüme soktuk; daha açık söyleyelim, sulandırdık.
Başsağlığına gelenlere eskiden beri küçük ikramlar yapılır. Ama bunlar küçük ikramlardır ve kimse de bu konuda öyle fazla bir beklenti içinde olmaz.
Şimdi cenaze sahipleri, "Onlar yaptı biz eksik kalmayalım" dürtüsüyle mi, yani mahalle baskısıyla mı bilinmez, bu ikram işini abartmaya başladılar. İstisnalar tabii ki vardır ama yaygın görüntü böyle.
Bu durum ülkenin bir tek bölgesi için söz konusu değil. Geçenlerde Eko Analiz köşemizde borçluluğun arttığı konusunu işlerken bir Diyarbakır örneği verdik, sanki bu ilimizi özellikle ön plana çıkardığımız gibi bir anlam yükleyenler oldu yazımıza. Gerçeğin öyle olmadığını herkes biliyor. Bu Diyarbakır'ın da sorunu, Kayseri'nin, Konya'nın da, Ankara'nın da, Ordu'nun, Giresun'un da...
Cenaze evinde cenaze sahipleri yemek vermez. Tam tersine, eş, dost, akraba, komşular cenaze sahiplerine yemek temin eder. Ama bu yemek, cenaze sahipleri içindir, taziyeye gelenler için değil.
Olması gereken budur da, ne yazık ki olan çok başkadır artık.
Böyle din adamı gerek
Taziyelerde yemek ikramının çok abartıldığı görüşüyle bu uygulamaya karşı yoğun çaba harcayan bir din adamı var. Diyarbakır Müftüsü Burhan İşliyen'den söz ediyoruz. Taziyelerde yemek ikramının sünnette de karşılığı olmadığını belirten Müftü İşliyen bakın neler söylüyor:
“Cenaze sahiplerinin yemek vermek zorunda kaldığı uygulama dinen de caiz ve uygun değil, ahlaken de uygun değildir. Çünkü herkesin imkanının aynı olmadığı aşikardır. Konuyla ilgili oluşan mahalle baskısına, ‘Cimri, babasının arkasından yemek vermedi, hayır işlemedi’ gibi eleştirilere maruz kalmamak için vatandaşlar zaman zaman gayri meşru yollara da müracaat etmektedirler. Kimisi evindeki geçim kaynağı olan ineğini kesmek zorunda kalıyor, kimisi de dinin asla cevaz vermediği bir yola giderek faizle kredi çekip taziye yemeği veriyor. Faizle kredi çekmek haramdır, o yemeği ikram etmek de yemek de haramdır. Şikâyetler üzerine cuma hutbesi okuttuk. İlçe müftülerimiz, taziye evi sorumluları, dernek başkanlarıyla dernek sorumlularıyla toplantılar yaptılar. Taziye adabını anlatan tabelalar yaparak taziye evlerine dağıttık.”
Anadolu'daki bazı şehirlerde taziyeye gelenlere ister cenaze sahibi, ister onun yakınları tarafından olsun birkaç gün yemek ikram edildiği gibi, bir de cenaze gününü izleyen "perşembe" olgusu var. Cenazeden sonraki perşembe günü daha önce taziyeye gelenler ve gelmemiş olanlar cenaze evinde toplanıyorlar ve yemek uygulaması yine tekrarlanıyor.
Cenaze sahibi acısına mı yansın, etraf ne der, kaygısıyla yemek derdine mi düşsün, hele bir de ekonomik gücü yoksa...
Böylesine hassas olunması gereken bir konuyu bile yozlaştırmayı becerdik ya!
Kaleciler bu iyiliğimizi unutmayın! Penaltı nasıl kurtarılır?
Penaltı atışında normal sayılan, bu atışın golle sonuçlanmasıdır. Penaltıdan gol yiyen kaleci zaten eleştirilmez, aksine atamayan futbolcu eleştiri oklarına hedef olur.
Penaltı atışlarıyla ilgili kalıplaşmış sözler vardır. Kaleci topun gittiği köşeye hamle yapmışsa, "Köşeyi bildi" denir. Kaleci topun gittiği köşenin aksi yöne hamle yapmışsa bu kez penaltıyı atan futbolcu için "Kaleciyi ters köşeye yatırdı" ifadesi yaygın biçimde kullanılır.
Kalecilerin hemen hemen tümü topa vurulmadan bir köşeye atar kendini. Top o köşeye gelirse penaltıyı kurtarma olasılığı artar, aksi yöne giderse bu sefer ters köşe!
Bir köşeye atlayan kaleci ağırlıkla yüzde 50-50 diye düşünerek yapar hamlesini. Atışı kullanacak futbolcuya bakarak köşe tercihinde bulunan da vardır elbette.
Peki kaleciyi ters köşeye yatıran penaltıyı atan futbolcu mudur, yoksa kaleci "ya tutarsa" diye kendini attığı için mi o duruma düşer?
***
Penaltı konusunda kendini eğiten bir kaleci bu konudaki başarı şansını pekala artırabilir. Böyle bir kalecinin penaltı kurtarma olasılığı daha yüksek olacaktır.
Burada işin içine biraz mantık, biraz da istatistik giriyor.
İki kale direği arasındaki mesafe 7.32 metre, kalenin yüksekliği ise 2.44 metredir. Penaltı atışı ise 11 metreden yapılır.
Kaleyi 12'ye böldük ve numaralar verdik. Bir kalecinin, 1 numarayla işaretlenen yerlere atılan penaltıyı kurtarma olasılığı neredeyse yoktur. Topun oraya atılacağını bilse bile...
Kalecilerin 2 ile işaretlenen bölgelere yapılan atışları kurtarma olasılıkları 1'e göre biraz fazladır, ama yine de çok fazla değildir.
Kaleciler, 3 ile işaretlenen bölgelere yapılan vuruşları ise o köşelere hamle yapmışlarsa kurtarabilirler. Ama topa vurulmadan bir köşeye hamle yapılması durumunda atışı kullanan futbolcu kalecinin hamlesine göre vuruş yapabileceği için genellikle "ters köşe olma" durumu ortaya çıkar.
Peki dikkat ettiniz mi, penaltı atışlarının en az üçte biri, hatta zaman zaman yarısı en çok nereye yapılır? Tuhaf gelecek ama 4 ile işaretlenen alanlara... Ve bu alanlar, kalecilerin hiç kımıldamadan penaltıyı kurtarabilecekleri alanlardır. Bu alanlara atış yapılmasının nedeni de, kalecilerin topa vurulmadan bir köşeye hamle yapıp kale ortasını boşaltmış olmalarıdır.
***
Bir kalecinin 1 ile işaretlenen köşelere yapılan atışları kurtarma olasılığı neredeyse hiç yok. 2'yi kurtarma şansı biraz var. 3'ü kurtarma şansı kendini o köşeye atarsa ve atışı kullanan futbolcu sert bir şut çekmezse söz konusu... Ama 4'üncü bölgeler için kurtarma olasılığı çok yüksek.
Galatasaraylı Gomis'in, 3 Kasım'da Gençlerbirliği'ne attığı penaltı golü bu konuda en tipik örnektir. Gomis topu kalenin tam ortasına doğru ve yerden 30-40 santim yüksekten gönderdi. Top, kendini bir köşeye atan kalecinin ayaklarına çarparak ağlara gitti.
Zamanla şu gerçek de penaltı atan futbolcuları tedirgin etmeye başlayacaktır.Penaltı atanlar karşılarındaki kalecinin yerinden hiç kımıldamadığını bilecek ve mümkün olduğunca köşeye ya da 4'üncü bölgelere sert vuruş yapmaya çalışacaklardır. Böylece topun dışarı atılması olasılığı da artacaktır.
Mantıklı bir kaleci kendini boş çuval gibi bir köşeye atıp gol yiyeceğine, olduğu yerde durup gol yer, daha iyi. Ama penaltıyı kurtarma olasılığı da giderek artar...
Nasıl yazılır, nasıl yazılmaz
Kısaltmalara getirilen ekler, kısaltmanın okunuşuna göre yazılır ve okunur. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki bir oturumdan söz ediyorsak ve kısaltma kullanarak TBMM diyorsak, gelecek ek artık TBMM kısaltmasına göredir. Yani "TBMM'ndeki" şeklinde bir yazım tümüyle yanlıştır. Doğrusu "TBMM'deki" olur. Kısaltmayı nasıl okuyorsak, eki de ona göre getirmemiz gerekir.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nden yazabiliriz; ama kısaltma söz konusu olunca doğru yazım "TOBB'nden" değil, tabii ki "TOBB'dan" olacaktır.
Nasıl yazmamızın doğru olacağı konusunda kafamız mı karışıyor; doğruyu bulmak kolay. Yazı dilini bir kenara bırakıp konuşuyor gibi düşünelim. "TBMM'ndeki" diyemeyeceğimizi, "TOBB'nden" diye konuşamayacağımızı görür ve doğruya ulaşırız.