Tatiller birleşmesi ve temyiz süresi
Mali dünya için iki önemli tatil vardır. Biri mali tatil, diğeri adli tatil. Birincisi 1 (istisnai hallerde – bu yıl olduğu gibi - 2 veya 3) Temmuz’da başlar ve 20 Temmuz’da biter, İkincisi ise 20 Temmuz'da başlar ve 31 Ağustos akşamı sone erer.
Mali tatil, dava açma süresini etkiler. Dava açma süresinin sonu mali tatile geliyorsa süre tatilin bitiminden itibaren 7 gün uzamış sayılır. Bu süre uzatımının, bize göre 3568 sayılı Kanun uyarınca mesleğini ifa edenler tarafından, onlar aleyhine yapılacak tarhiyatlara karşı açılacak davalarla ilgili uygulanması gerekiyorsa da baskın görüş ve yargı anlayışı bütün vergi davaları için uygulanacağı yönündedir. Adli tatil ise İdari Yargılama Usulü Kanununda yazılı bütün süreleri, adli tatilin bitiminden itibaren 7 gün uzatmaktadır. Bu iki süre birleşirse ortaya muazzam bir dava açma süresi çıkmaktadır. Örneğin bir mükellefe 3 Haziran tarihinde tebliğ edilen bir vergi/ceza ihbarnamesine dava açma süresi 7 Eylül akşamına (bu yıl takvimin özelliği dolayısıyla 9 Eylül akşamına) kadar uzamaktadır.
Peki, aynı durum temyiz süresi için de geçerli midir? Örneğin 4 Haziran günü tebliğ edilen bir vergi mahkemesi kararına karşı mükellef 4 Temmuz tarihine kadar temyiz başvurusu yapmayıp, 15 Temmuz günü yaparsa, sürenin 6 Eylül akşamına kadar uzadığı gerekçesi ile bu başvuru süresinde kabul edilecek midir?
İdari Yargılama Usulü Kanunu’na göre vergi mahkemeleri temyiz başvurularını süre yönünden inceler ve süre aşımını tespit ettikleri takdirde temyiz başvurusunun reddine karar verirler. Vergi mahkemelerinin bu kararları da 7 gün içerisinde temyiz edilebilir.
Örnek olarak aktardığımız tarihlerde yapılmış bir temyiz başvurusunu süre yönünden reddeden vergi mahkemesi kararının temyizi üzerine konuyu irdeleyen Danıştay 4. Dairesi E. 2014/7359 K. 2015/3338 sayı ve 15.6.2015 tarihli Kararında şu sonuca varmıştır. “Vergi mahkemesince temyiz konusu mahkeme kararının 04.06.2014 günü tebliğ edildiği, otuz günlük temyiz süresi geçtikten sonra 15.07.2014 günü temyiz edildiği gerekçesiyle temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle reddedilmiş ise de, 5604 sayılı Mali Tatil İhdası Hakkında Kanun’un 1. maddesinin 3. fıkrası uyarınca dava açma sürelerinin mali tatil süresince işlemeyeceği, belirtilen sürelerin mali tatilin bitiminden itibaren tekrar işlemeye başlayacağı yolundaki düzenleme dikkate alındığında temyiz süresinin son gününün mali tatilin içinde olan 04.07.2014 tarihi olması nedeniyle mali tatilin son günü olan temmuz ayının 20. gününe kadar uzayacağı, yine bu tarihte adli tatile rastlaması nedeniyle adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılacağından, davacının 15.07.2014 günü yaptığı temyiz başvurusunun süresinde olduğu anlaşıldığından, dosyanın tekemmül ettirilerek temyiz başvurusunun görüşülmesi için dairemize gönderilmesi gerekirken, temyiz talebinin süre yönünden reddeden mahkeme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.”
5604 sayılı Kanun mali tatilde dava açma sürelerinin mali tatilde durmasından söz etmektedir. O halde tartışılması gereken, temyiz başvurusunun da bir tür dava açma hali olup olmadığıdır. Bana göre, temyiz başvurusu bir dava açma hali olmayıp, aynı dava içerisinde bir başvuru yoludur ve mevcut davadan ayrı ve bağımsız düşünülemez. İdari Yargılama Usulü Kanunu, öncesindeki 521 sayılı Danıştay Kanunu’nun bu konudaki uygulama ve anlayışı değişmiştir. Nitekim 521 sayılı Kanun zamanında dava aleyhine sonuçlanan ve temyiz başvurusunda bulunan, davacı sıfatı ile başvuru yapmaktaydı, bu sebeple önceki yargılamadaki davacı ve davalı sıfatları yer değiştirebilmekteydi. Ancak bu günkü sistemde ilk derece mahkemesindeki sıfatlar, temyiz aşamasında da değişmemekte, temyiz aşaması yargılamanın bir safhası olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle temyiz başvurusunun “dava açma” kavramı içerisinde değerlendirilmesi zordur.
Bu derece genişletici yorumu içeren karar, teknik hukuk yorumundan ziyade mükellef hukuku ve hak arama özgürlüğü açısından olumlu karşılanabilirse de haklı olarak eleştirilmiş ve içtihat uyuşmazlığına da yol açmıştır. Nitekim söz konusu karar daha önceki tarihli Danıştay 3. Dairesi’nin E.2007/3182 K.2009/461 sayı ve 23.02.2009 tarihli Kararıyla da çelişmiştir. Zira 3. Daire bu Kararında “mükelleflerin vergiyle ilgili işlemlerini takip eden 3568 sayılı Yasaya tabi meslek mensuplarına yoğun şekilde ihtiyaç duyulan dönemlerde, bu meslek mensuplarının yeterli ölçüde dinlenmelerinin temin edilmesi amacıyla kanunla öngörüldüğü anlaşılan mali tatil süresince, 5604 sayılı Yasada açıkça vergiyle ilgili işlemlere ilişkin dava açma sürelerinin işlemeyeceği de kurala bağlanmış iken benzer şekilde bir hükmün öngörülmediği temyiz başvurusuna ilişkin sürenin de işlemeyeceği sonucuna ulaşmaya olanak bulunmamaktadır” şeklinde hüküm tesis etmiştir.
Bildiğimiz kadarı ile Danıştay dairelerinin son zamanlardaki kararları da mali tatilin temyiz (veya istisnaf) başvuru sürelerini etkilemediği yönündedir. Bu nedenle mali tatilin yargısal sürelere etkisini sadece dava açma hali ile ilgili olarak kabul etmek gerekir.
Kanaatimizce mali tatilin, dava açma süresi dışındaki diğer sürelere (örneğin cevap, cevaba cevap ve 2. cevap, itiraz, istinaf veya temyiz süreleri) her hangi bir etkisi yoktur. Zaten bu sürelerin mali meslek mensupları ile de bir ilgisi yoktur. Bu süreler davayı bizzat takip eden kişiler ile avukatlarını ilgilendiren sürelerdir. Avukatların tatili, bir başka deyişle adli tatil ise 20 Temmuz’da başlamaktadır.
Mükelleflerin anayasal nitelikteki yargıya erişim hakkı ile doğrudan ilgili bu konuların yasalarda daha açık düzenlenmesi ve yine bu konularda içtihat uyuşmazlıklarının doğması halinde bu görüş farklılıklarının hızla giderilmesi gerekir.