Taşın şiirinin peşinde

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

 

Taşın şiirinin peşinde bıkmadan, usanmadan pek çok yolculuklara çıktım yıllardır... Bir kez, bir kez daha gittim bu nedenle Anadolu’nun, Avrupa’nın en güzel kentlerine... Oralarda gördüğüm binalar da heykeller de anıtlar da her defasında büyüledi beni... Sevgiyle dokundum onlara, o soğuk gibi duran taşların, mermerlerin parmaklarımı nasıl yaktığını hissettim... Bana binlerce yılın yakası en açılmadık hikâyelerini fısıldadılar onları dakikalarca seyrederken...

Bu şiirsel büyüyü yaşadığım mekânlardan birisi de Floransa oldu... Rönesans’ın doğduğu, Dante, Boccaccio, Leonardo da Vinci, Botticelli, Michelangelo gibi sanat tarihinde iz bırakan isimlerin yaşadığı ve ölümsüz eserler bıraktığı Floransa... Onun da içinde bulunduğu Toscana bölgesinde Empoli’yi mekân tutup başta Siena, Pisa, San Gimignano, Lucca olmak üzere daha başka birçok küçük kenti gezmekten hep büyük keyif aldım...

Doğa Koleji Kurumsal İlişkiler Direktörü Esra Çabukcan Kaygısız, bu yıl ikincisini gerçekleştirdikleri “Bir Taş Masalı” yarışmasında dereceye giren öğrencilerle birlikte 4 günlük Floransa gezisine davet edince, yoğun iş güç arasında yine de zaman yaratıp en azından Lucca bölümüne katılabileceğimi söyledim... Bir buçuk gün için de olsa Rönesans’ın başkentine uçtum...

Öğrencilere taş işçiliğinin inceliklerini göstererek heykelin tasarım sürecinden uygulamaya hangi aşamalardan geçtiğini öğretmeyi; heykel sanatı, yaratıcılık ve tasarım gibi kavramlarla tanıştırmayı amaçlayan bir etkinlikti bu. Yarışma sonucunda gazbeton üzerine yaptıkları tasarımlarla dereceye giren Selin Su Özön (birinci/ Beykoz Doğa Koleji), Cemre Şenyüz (ikinci/Beykoz Doğa Koleji), Bora Alper Yılmaz (üçüncü/Ataşehir Doğa Koleji) ve görsel sanatlar öğretmenleri Mete Cirit, beni Pisa yakınlarında, Montecarlo’daki Il Poggio Çiftliği’nde bekliyorlardı... İlk iki gün Floransa’da Santa Maria Kilisesi, Vecchio Sarayı, Uffizi ve Accademia galerileri, Vecchio Köprüsü, Signoria ve Miracoli meydanları ve buralardaki mimari yapıları ziyaret etmişlerdi. Üçüncü gün, Pisa Kulesi, vaftizhanesi ve Camposanto Anıtı’nı da gezen Doğa Koleji ekibi, Toscana mutfağında tatlar denemek üzere bu çiftliğe gelmişlerdi...

Ünlü besteci Puccini’nin şehri olan Lucca’da; Romanesk tarzın olağanüstü örneklerinden birisi olan San Martino Katedrali, Puccini’nin ilk defa org çaldığı San Michele Kilisesi, 14. yüzyıldan kalma (tepesinde ağaçlar bulunan) Guinigi kulesi, Roma dönemi bir anfitiyatrodan çevrildiği için Teatro adını taşıyan meydan derken gün iniverdi üstümüze... Lucca’yı anlatırken şehrin, üzerinde yemyeşil yürüme yolu bulunan ünlü surlarını da unutmamak gerekiyordu... Akşam yemeği, Vecchio Köprüsü’nün hemen yanındaki Goldenview Restoran’daydı... Şehrin, üzerine inen sisle bir görünüp bir kaybolduğu, köprüyü seyrederken Rönesans yıllarının hayallerini kurduğumuz bir geceydi... Ertesi gün, Toscana yemeklerini bizzat yapacak, harika bir taş evdeki Strettoio Restoran’da, iki yemek kitabı da bulunan Elizabetta’nın reçetelerini uygulayacaktık... Taşın, mermerin büyüsünü bir kez daha kokladığım bir buçuk gün geçivermişti... Havalimanına giderken taşın ve inancın şiiri Mardin özlemi, yüreğime düşüverecekti...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar