Taşıma su ile değirmen dönemiyor...
Önümüzdeki yıllara ilişkin muhtelif senaryolar ve buna uygun beklentiler ortalıkta dolaşıyor; birbiri ile çelişen yönlendirme çabaları bir yandan ürettiği bilgi kirliliği ile kafaları karıştırır iken, diğer yandan belirsizliği artırıyor. Çeşitli ekonomilerdeki makro göstergelere ilişkin tahminler ile finansal piyasalardaki fiyatlar konusundaki olası eğilimler küresel düzeyde çıkar çatışmalarının odağı olmayı sürdürüyor, hal böyle olunca küresel soruna küresel uzlaşıya dayalı çözüm üretme girişimleri de sonuçsuz kalıyor. Geleceğe ilişkin belirsizliği daha iyi anlamak ve gerçekçi olabilmek için geçmişte yaşananları sebep-sonuç ilişkileri ile birlikte iyi kavramış olmak ön şart haline geliyor. Zira bir değerlendirme doların düşeceğini iddia ederken bir diğeri tam aksini iddia ediyor ve görünüşte her ikisi de tutarlı görünüyor! Sebep-sonuç ilişkilerini iyi anlamadığımız için tarih bilinciniz yeterli değil ise hangi yorumun daha gerçekçi olduğunu saptamak mümkün olamıyor... Kısa vadeli spekülatif bakış açısı ile olup bitenleri izleyenlerin bahsettiğimiz bilinç ve algıya sahip olması ise pek olası görünmüyor.
2009 yılı pek çok açıdan geçmişle gelecek arasında bir geçiş yılı olacaktı, bazı kesimler en sancılı dönemin bu süreçte yaşandığını ve atlatıldığını iddia ediyor ve geniş kitleleri buna göre yönlendirmeye çalışıyor. Belli ki finansal piyasalar ile ekonomide yaşananlar arasındaki eğilimlerin çok farklı olduğunu görmezden geliyor, küresel çözüm arama önceliğinden uzaklaşıldığını hesaba katmıyorlar. Yine belli ki ABD bankalarının TARP fonundan aldığını geri ödemesine bakıyor, fakat para politikasının neden aşırı gevşek olmaya devam ettiğini veya krizde devreye giren garantilerin ne zaman kalkacağını da hesaba katmıyorlar. Veya ABD'de toparlanmanın yavaş olacağını kabul ediyor, fakat AB'deki sorunların ağırlaşması ile birlikte küresel talepteki daralmanın yaratacağı belirsizliği görmezden geliyorlar. Ya da küresel düzeyde bütçe açıkları büyürken ortaya çıkacak ve belirleyici hale gelecek yan tesirler hakkında söyledikleri ile düşündükleri arasındaki çelişkiyi gideremiyorlar. Bildiklerinin büyük kısmını kendi çıkarlarını korumak adına kendine saklayan ve geniş kesimleri yönlendirmeye çalışanlar orta vadede itibar kaybetmeye devam edecekler...
2009 yılı genelinde küresel ekonomi daraldı, işsizlik arttı, para ve maliye politikalarının aşırıya kaçan ölçüde gevşetilmesi ise maliyet kökenli enflasyonist baskıları artırmaya başladı; rekabet koşullarının bozulması ile birlikte faaliyet gelirlerindeki erime eğilimi devam etti ve gelir dağılımı daha da bozuldu. Finansal piyasalar bu gerçekleri değil, temennilerini fiyatladı; kalıcı çözümden yana taraf olamadı ve sadece günü kurtarmayı tercih etti veya bunu mümkün kılacak şekilde yönlendirildi. Fakat bütçe açıklarının büyümesi ve iddia edilenin aksine bu eğilimin mevcut koşullarda terse çevrilemeyecek oluşu nedeniyle güven bunalımının yakında geri dönebilme ihtimalini artırdı.
Gelişmiş ekonomilerin tümünde bütçe açıkları yeni rekorlara koşuyor, artan maliyet kökenli enflasyon baskısı başta merkez bankaları olmak üzere mali piyasaların kâbusu oluyor. Zira enflasyon ve işsizliğin birlikte artacağı bir döneme geçiliyor olma ihtimali yükselmeye devam ediyor. Merkez bankaları mümkün olamayacağını bildikleri halde mali disiplin tavsiye ediyor; küresel talebin dalgalı bir şekilde daralmayı sürdüreceğini, finansal piyasalardaki eski güzel günlerin geri gelmeyeceğini ve kendilerinin de ciddi itibar kaybına uğrayacaklarını herhalde tahmin ediyor olmalılar. Sadece bu olumsuz süreci yavaşlatarak ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar. Zira bütçe açıkları büyüyecek ise para politikalarının sıkılaştırılması durumunda sistemin çökeceği, aksi halde maliyet kökenli enflasyon baskısının büyüyeceği kesin; her iki olasılıkta da küresel ekonomi daralacak. Benzer bir durumun daha hafifini 2004 yılı sonrasında yaşamıştık: ABD ekonomisinin de bütçe açığı büyüyordu ve para politikası aşırı gevşekti; Federal Reserve para politikasının sıkılaştırmadan faizleri kontrollü bir şekilde yükselterek maliyet kökenli enflasyon baskısını frenlemeye çalıştı, ama olmadı... Faizlerdeki yükseliş daha önceki eğilimleri etkilemedi, dolardaki değer kaybı azalsa bile sermaye ve emtia piyasaları meçhule olan yolculuklarını sürdürdü; 2006'da öncü bir deprem yaşandı ve arkasından büyük sarsıntı geldi... Belirsizlik ve kırılganlık bundan sonra da olacağı gibi artış eğiliminde oldu...
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız genel tabloyu ve imkansızlıkları hesaba katmadan, değiştiremediği pozisyonlarını korumak amacıyla birilerinin yaptığı tahminlere pek itibar etmeyin, aksi takdirde çok üzülebilir ve olası kayıplarınızı hiç telafi edemeyebilirsiniz. Gelişmiş ülke paralarının birbirlerine karşı değerinde yaşanacak eğilimler ikincildir; zira hepsinin bütçe açığı büyüyor ve mali sektörleri ile birlikte merkez bankaları da yıpranıyor, işsizlik oranları artar iken maliyet kökenli enflasyon baskıları büyüyor. Başka bir deyişle sistemik risk artmayı sürdürüyor. Bu kısır döngüden çıkış yolu bulunamıyor. Durumun böyle olduğu anlaşıldıkça dalgalı bir şekilde risk alma isteğinin azalması, sistem dışı tercihlerin daha cazip hale gelmesi ve güven bunalımının artış eğiliminde olmasını da kabullenmekten başka yol kalmıyor.
Ekonomi cephesindeki eğilimlerde önemli bir değişme olmayacak, sorunlar ağırlaşacak ve hareket yeteneği daralacak gibi görünüyor. Tam aksi bir durum varmış gibi temennilerini fiyatlayan mali sektör ve finansal piyasalarda ise kırılganlık arttığı için her şey değişebilir...