Taşeronluk ya da ötesi

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

 
Zaman zaman merak ediyorum, bizim ülkede yaşamayan ve olan biteni sadece medya verileri ile algılayan biri nasıl bir değerlendirme yapar, nasıl bir sonuca ulaşır acaba? Çünkü bakıyorsunuz sayısız firma reklamı ve başarı hikayesi, süslü ritüeller içinde her gün artarak gündemi dolduruyor. Ama iş, objektif performans ölçümlerine geldiğinde farklı bir tablo ile karşılaşıyorsunuz. Sanırım bunda dünyayı kendimizden ibaret saymamızın ve başkalarıyla karşılaştırma yapmadan düşünme alışkanlığımızın payı da var. Ama herhalde daha önemlisi, toplumun potansiyelinin büyük bölümünün hala açığa çıkmamış ve değerlendirmelerin örgütlü azınlıkların bakış açısıyla yapılıyor oluşu. Başka bir deyişle, yetersiz ve çarpık  ta olsa, mevcut yapı ve ilişkiler ağına hakim olan eskimiş ve ürün odaklı yaklaşım, yeni küresel gerçekliğin gerektirdiği rekabetçi ve tüketici odaklı kavrayışı yansıtmıyor.
 
Dalgalı performans kaçınılmaz
 
Neyse ki düzenli aralıklarla açıklanan performans göstergeleri bir yerlerde yanlış yaptığımızı kısa süreler için de olsa hatırlatıyor. Ekonomik büyümenin 2010 ve 2011’deki zirvelerden hiç de yumuşak olmayan bir şekilde yüzde 2.2’ye düşmesi de, özellikle orta vadeli programın son olarak revize edilen yüzde 3.2lik hedefinin de epey altında olduğu için böyle bir geçici şaşkınlığa yol açmış gibi. Oysa temel sorunlarımızla boğuşmayı ertelediğimiz sürece, istikrarlı bir büyüme performansı gösteremeyeceğimiz öteden beri belli. Ya yüksek fakat cari açık dolayısıyla kriz riskine açık, ya da tehlikesiz fakat düşük refah artışları arasında seçim yapma durumundayız. Nitekim yüzde 10’a yükselen cari açığı yüzde 6’ya düşürmek için, büyümede çok daha yüksek bir fedakarlığa katlanmak zorunda kaldık. Üstelik bütçe açığını da yüzde 2’ye çıkararak…
 
Mevcut yapının izin verdiği tek performans modeli olan bu kısır perspektif, salt ihracata yüklenmekle de değişmiyor. Çünkü ihraç mallarının bileşiminde ithalatın payı yüzde 60’ı aşıyor. Yani ihracatın içerideki üretime katkısı düşük. İç dinamikleri tümüyle yeniden yapılandırmak gerekiyor.
 
Bölgesel taşeronluk kolaylaşıyor
 
Aslında salt kısa vadeli bakılırsa bu durumda da sevinecek çok vesile bulabiliriz. Hele bugün olduğu gibi dünyada büyüyen ve getiri vaad eden ülke sayısı sınırlı iken, yön arayan sermaye kaynaklarından da yararlanarak münferit başarı hikayeleri yaratılabilir. Ancak bunlar, eninde sonunda, kendi kontrolümüz altında ve kendi dinamiklerimize dayalı olmayan, deyim yerindeyse, sadece taşeronluk rolü üstlendiğimiz girişimler olur. Üstelik bunu yapabilmek de kolay değildir ve konjonktürü iyi yönetme becerisi gibi maharetler gerektirir. Türkiye, son yıllarda bu bakımdan hiç de fena olmayan bir görüntü veriyor, gecikerek de olsa gelen not artışları bunun göstergesi. Terör sorununda ve bölgesel siyasette yumuşama yolundaki gelişmeler de bunu destekliyor. Önemli bir hata yapmazsak, küresel ekonomik aktörlerin bölgedeki taşeronluğu şeklinde özetlenebilecek bir rol üstlenmemiz kolaylaşmış görünüyor.
 
Ne var ki biz ülkenin bundan daha fazlasına müsait potansiyeli olduğu kanısındayız. Bu potansiyeli hayata geçirip geçirmeyeceği ise dönüşüm iradesine ve kapasitesine bağlı. Aksi takdirde büyümenin istikrarı, bizim dışımızdaki ekonomik karar merkezlerine bağlı kalacak. Uzun vadeli planlar yapmamız mümkün olmayacak.
 
Ritüel değil gerçek
 
Bunun için sadece üretim yapısını, teknolojik ve kurumsal altyapıyı, firma organizasyonlarını değil, aynı zamanda düşünce ve yaklaşım tarzımızı da değiştirmemiz gerekli. Performansımızı başkalarıyla karşılaştırarak değerlendirmeli, bunu yaparken de işimize geldiği gibi değil, olması gerektiği gibi davranmalıyız. Büyüme oranına gelince zaten doyum noktasına ulaşmış gelişmiş ülkeler ile ama fert başına milli gelir veya eğitim vb. sosyal gelişme göstergelerine gelince yoksul ülkeler ile kıyaslarsak olsa olsa kendimizi kandırmış oluruz.
 
Gelişmeleri abartarak ritüel haline getirmekten de vazgeçmekte yarar var. Sözgelişi geçen hafta medyada geniş yer bulan Borsa İstanbul haberleri, üç borsayı birleştiren bir mevzuat düzenlemesini neredeyse bir ekonomik şahlanış gibi yansıttı. Oysa sermaye piyasalarının arz ve talep yönü ile ilgili reel bir değişiklik söz konusu değil. Olsa olsa stratejik planlama sürecinin habercisi olabilecek bir adımın, ekonomide niceliksel bir değişim gibi algılanması gerçekçi olmuyor. Hala sığ olan borsadaki talebin de kısa süreli spekülatif kazanç güdüsüyle yapıldığı malum. Buna karşılık ülkede genel anlamda yüzde elliden aşağı bir oranda şirket hisselerinin gerçek bir talebi yok. Bu görünümü değiştirecek asıl reformun hukuk sistemi ve hukuki güvence olduğunu, yani iş ve yatırım ortamıyla ilgili temel kalite sorununu aşmak gerektiğini akıldan çıkarmamalıyız.
Hayallerimiz büyükse, yalnızca konuştuklarımız değil, planlarımız ve yaptıklarımız da büyük olmalı…
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019