Tasarrufsuz büyüme kalıcı olamıyor…
Gündem siyasete kilitlenmiş!
Ankara’da yaşayan ve doğal olarak da gündemini izleyen birisi olarak ekonominin her yönü ile ilgili yazacak çok konu çıkıyor. Örneğin;
Akaryakıtçıların kar oranlarının EPDK tarafından düşürülmesi ne anlama geliyor ve arka planda nasıl gelişmeler oluyor?
HES tesisi olanların bugünlerde karşılaştığı harç ikramiyesi (!) nasıl karşılanıyor?
Turizmde trendler nasıl seyrediyor?
Çeşitli sektörlerde ciddi bir şekilde iflaslar ve firma kapanışları yaşanıyor mu?
Önümüzdeki süreçte vergi affı gündeme gelir mi?
Bu soruların cevapları kısmen de olsa var. Ancak; bugünlerin havası bunları yazmaya uygun değil. Zira; gündemi işgal eden “ekonomi” değil, bizatihi “siyaset”!...
Malum Türkiye’nin gündemi “Cumhurbaşkanlığı seçimleri”. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, ülkede her zaman heyecan ve bazen de kaos yaratmıştır. Ancak; bu sefer konu biraz daha farklı ve önemli hale gelmiştir. Zira; ilk kez olarak cumhurbaşkanını halk seçmiş olacak.
Türkiye, merkeze oturmuş veya oturtulmuş bir kişinin etrafında adeta saat sarkacı gibi gidip geliyor. Biraz renk olsun, biraz da heyecan olsun diye bu kişinin karşısına birileri çıkarılıyor. Muhalefet de her zamanki edilgen konumunu sürdürmeye devam ediyor, etken olamıyor; ama öne çıkma hamlesini de yapamıyor.
İşte böyle bir ortamda ve 2014 yılının zaten kayıp olarak görüldüğü günümüzde ekonomi ile ilgili somut gündem konularını ele almaktan çok, ekonominin gerçeklerini ortaya koymak daha akılcı geliyor.
Tasarruf olmadan büyüme olmaz!...
İktisat öğretisi, ekonomik kalkınma ve büyüme için kaynak gerekli olduğunu açıklar. Bu kaynaklar da makro çerçevede ülkeler açısından iç ve dış kaynaklardır. Yani ülke içinden sağlanan veya ülke dışından gelen kaynaklardır. Aynı şekilde mikro çerçevede de öz kaynaklardır ve yabancı kaynaklardır, yani borçlardır.
Klasik ve gerçek anlamda kaynak “tasarruf” demektir. İktisat teorisi, yatırımların kaynağını tasarruf olarak görür ve birbirine eşitler.
Türkiye’nin büyümesi için de kalıcı ve gerçek anlamda özellikle gönüllü tasarruflara ihtiyaç var.
Bu noktada tasarruflar açısından Türkiye’nin iki yönlü zafiyetini görüyoruz.
Birincisi, Türkiye’nin son 50 yıldaki yurt içi tasarruf oranları yetersiz. Yani tasarrufların GSYİH’ya oranı çok düşük. Üstelik trend de olumsuz seyrediyor. Şöyle ki; planlı dönemin başlangıcı 1963 yılında bu oran yüzde 12.5 iken 1980 kararları öncesinde yüzde 16.5 oranına kadar yükseliyor. Bu artış devam ediyor ve 1994 kararı arefesinde yüzde 22 oluyor.
Ancak; 2000’li yıllar ve bu hükümet dönemi rakamlar olumsuz seyrediyor. 2002 yılında yüzde 18.6’ya düşerken ekonominin şahlandığı 2007 yılında yüzde 15.5’e geriliyor. 2008 kriziyle de yüzde 13.2’ye kadar iniyor. Şimdilerde daha da kötü ve yüzde 12 düzeyinde seyrediyor.
Gelelim işin ikinci boyutuna… Türkiye’ye benzeyen gelişme yolundaki ülkelerin tasarruf oranları nedir ve seyri hangi yöndedir?
Türkiye’ye en çok Brezilya benziyor. Brezilya’da tasarrufların GSYİH’ye oranı, 2002 yılında yüzde 14.7 iken 2007 yılında yüzde 18.4 oluyor. Kriz sonrası 2009 yılında yüzde 16.3’e ve 2013 yılında da yüzde 15.8’e geriliyor.
Meksika’nın da karnesi çok parlak değil. 2002 yılında yüzde 20.2 olan oran, 2007 yılında yüzde 25.1’e kadar yükseliyor. Sonra tekrar gerileme başlıyor ve yüzde 23 bandında seyrediyor.
Rusya’da bu oran aynı yıllarda yüzde 28 dolayında. Endonezya’da yüzde 25’lerden yüzde 33’lere yükselen eğilim. Güney Kore’de yüzde 30 bandında istikrar. Çin’de ise yüzde 40’lardan yüzde 50’lere ulaşan ve hatta aşan bir seyir.
Sözün özü; bu tasarruf oranı ile sürdürülebilir ve tatmin edici bir büyümeyi sağlamak zor. Borçla zenginleşmenin kalıcılığı ve sürekli tüketerek büyümenin sağlıklılığı yok.