Tasarruf sahibinin serveti hâlâ eriyor
İnsanoğlunun parayla ilgili en temel problemi paranın kazanılması. İkincisi de kazanılan bu parayla ne yapılacağı.
Aslında çok fazla seçeneğimiz yok. Ya tüketeceksiniz ya da tasarruf edeceksiniz. Böyle söyleyince çok basit gibi geliyor ama kazın ayağı öyle değil. İlk yanıtlanması gereken “Ne kadarını tüketeyim, ne kadarını tasarruf edeyim?” sorusu. Tabii ki bu soru tüketiminden daha fazla gelire sahip olabilen kişiler için geçerli.
Tükettiğinden daha az kazananlar için “negatif tasarruf ” durumu söz konusu. Bunun anlamı da borçlanmak ya da geçmişten gelen birikimlerin kullanılması. İşte bütün bu yapının doğru işlemesini sağlayan en önemli araç faiz oranları seviyesidir. Çünkü tasarruf miktarına karar verdikten sonra gelen ikinci soru “Tasarruflarımı nereye yönlendireyim?” sorusudur. Yani hangi yatırım enstrümanının tercih edileceği sorunsalı.
Faiz oranının seviyesi de hem tasarruf miktarını hem de tasarruf tercihlerini yakından etkiler. Hatta yukarıda bahsettiğim kazandığından fazla harcama(borçlanarak) kararlarını da yakından etkiler. Faiz oranlarının önemi özellikle bizim gibi yüksek enflasyona sahip ülkelerde çok daha büyüktür.
Çünkü enflasyon ne kadar yüksekse faiz oranları da o kadar yüksektir ve olması gerekenle mevcut arasındaki sapmanın yüksek olma ihtimali de o kadar yüksek olur. Nitekim Türkiye ekonomisinin yakın geçmişine bakıldığında en büyük bariz hataların yapıldığı ve en çok tartışmaya konu olan alan da burasıdır. Hâlâ da aynı tartışmalar sıcaklığını koruyor.
Faizi anlamak o kadar zor olmamalı
Şu apaçık gerçeği artık kabul etmek gerekir. Tasarruf fazlası olanlar yüksek faiz isterken, tasarruf açığı olanlar düşük faiz isterler. Dolayısıyla aynı anda iki tarafı da memnun etmenin bir yolu yoktur. Onun için her modern ülkede uygulanan kurallar neyse onun peşinden gitmek gerekir.
Yoksa üretimi nasıl artırırız sorusuna üreticiye ucuz kredi verelim, onlar da üretsinler ve ülkemiz zenginleşsin cevabı kimsenin aklına gelmemiş bir cevap değildir. Genel Kabul görmüş böyle bir uygulama yoksa bunun bir sebebi olmalı. İşte biz akla ilk gelen ve sonraki adımların ve komplikasyonların düşünülmediği bu politikayı dönem dönem ısrarla uygulamaya çalışıyoruz.
Bahsettiğim bu fahiş hata şimdiye kadar hiç yapılmamış olsaydı rakam vermek güç ama her birimiz şimdiki halimizden %50 daha zengin olurduk ve ülkedeki faizler de üstüne üstük şu anda daha düşük olurdu.
Mevduat sahibinin vay haline
Geçen hafta TÜİK, Şubat ayı finansal yatırım araçlarının reel getirilerini yayınladı. Parasını mevduatta değerlendiren tasarruf sahibinin alım gücü aylık %1.76 erimiş, 3 aylıkta durum daha da vahim, kayıp %4.99. 6 aylık baktığımızda kayıp %13.64. Yıllık rakamı vererek de iyice moralleri bozayım. Yıllıkta erime %31.46.
Yani binbir zorlukla kazandığınız paranız, en azından alım gücünü korusun, risk almak istemiyorum dediğiniz bir enstrümanda üçte bir değer yitirmiş. Bu tablo terse dönmedikçe ekonomide hiçbir denge sağlanamaz. Bir de şu argüman var; “Efendim mevduat faizleri yüksek olursa bankaların kaynak maliyeti artıyor, bunun sonucunda kredi maliyetleri yükseliyor, tüketici de üretici de bundan zarar görüyor.
Hal böyleyken nasıl faizin yüksek olmasını savunuyorsunuz?” Bu argümana hiç bulaşmasaydık zaten bu kadar yüksek faizimiz de olmayacaktı. ABD’de bile mevcut enflasyon %3.5-4 seviyelerindeyken, beklenen enflasyon bundan daha düşükken politika faizi 5-5.5 arası. Ki enflasyonları bizden çok daha düşük. Belki de bir bildikleri vardır.